RSS

31.08.2009

Çömlek hesabı

Hoca Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar. Bunu gören Hoca'nın yaramaz oğlu,muziplik olsun diye çömleğin icine bir avuç taş doldurur.

Bir zaman sonra arkadaşları:
-Bugün Ramazan'ın kaçı acaba? diye sorarlar Hoca'ya.

Hoca'da:
-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.


Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar...

Taşların yüz yirmi beş tane olduğunu görür.

Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına


Hoca.- Arkadaşlar, bugün, Ramazan'ın kırkbeşi" der.

Hoca'nın bu cevabına gülüşürler ve aralarından biri:
-Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan'ın kırkbeşi olur mu? diye itiraz eder.

Hoca, biraz şaşkın, biraz da kızgın bir ifadeyle:
-Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan'ın yüz yirmi beşi!"der.

Herkese güzel ve neşeli bir hafta diliyorum:)

Fıkra: Buradan
Resim: Şuradan


26.08.2009

Düüüüüüüt, düüüüüüüüüt, düüüüüüüüt

Allahım aklıma sahip çık ya Rabbim.

Aylardan beri bizim işyerinin Yangın alarmı arızalı ve durmadan ötüp duruyor. Teknisyenler gelip gidiyor ama daha bir çare bulamadılar.

Aylardan beri her gün, her gün bu düüüüüüüüt, düüüüüüüüüt,
düüüüüüüüüüt diye öten sinir bozucu sesi dinlemekten bıktımmmmmm.

Masamın üzerindeki zımbayı fırlattım, zımba kırıldı o daha hâlâ ötüyor.

Bu gün sinirlerim o kadar bozuk ki, ağlama krizine girdim iyi mi!!

SUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUSSSSSSSSSSSSS ARTIK BI YAAAAAAAA SUUUUUUUUUUUUUUS!!!

Resim: Pixelio

25.08.2009

Efsa´nın Mimi

Bizim Efsakız bir yerlerden bir mim aşırmış, bir de utanmadan bizlere dağıtmış:) Ah Efsa ah, bak senin yüzünden Tefeciliğede başladım, yakalanırsam söylerim valla bunu senin aşırdığını:Pp

Bloguna neden bu adı verdin?
Valla bizim ev gerçekten bir cadılar kampı/ydı, gerçi ortanca cadı kendi evine taşındığından beri evde hırgür azaldı ama (kavgaları özledim mi ne:)), bizim ev yinede bir cadılar kampı:)


Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?
Başucumdaki defterim ve kalemim. Çoğunlukla işyerinde ve ya akşam yattığımda aklıma gelir yazmak istediklerim. Eğer işyerindeysem kolay, zaten akşama kadar bilgisayarın başındayım, ama yatmışsam başucumdaki deftere yazarım, duramazsam kalkar bildisayarın başına geçerim:)

En son satın aldığın garip şey.
Ben garip şeyler satın almam:) Alışverişden hiç hoşlanmam, yani tipik bir kadın değilim (Senin neyin tipik bir kadın ki zaten).

Şeker gibi olduğun anlar.
Mutlu olduğum, güldüğüm, şakalaştığım anlar. En çokta sevdiklerimle beraber olduğum anlar.

„Arkadaşım artık sormayın şunları" dediğin şeyler?
"Bu çamaşırlar kaç derecede yıkanıyor (En azından 20 yıldır sorar:S)?"
"Kalemim, silgim nerede (Sanki o eşyaları ben kullanıyorum)?"
"Akşama ne yiyeceğiz (Taşın kökünü:S)?"

Seks'in sendeki rengi?
Bilmem hiç düşünmedim..

Aynaya bakınca gördüğün?
Bazen güzel, bazen çirkin, bu sıralar pek yorgun, ıssız bir adaya, ya da ıssız bir dağ evine, bir kamyon dolusu kitapla kaçma hayalleri kuran, normal gibi bir kadın yüzü işte:)

"Kendini okutan blog" dediğin?
Samimi, içten, ve dürüst olduğuna inandığım, yeni bir şeyler öğrenebileceğim bloglar. Sayfamın sağındaki Blog listemdekilerin hepsini severek okuyorum.

Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler.
Almanya´da Frankfurt ve çevresi, Türkiye`de ise Egede bir yerlerde rastlayabilirsin:)


Yazmak isterseyene, bu mimi çalmak serbest:)


Resim: Pixelio

21.08.2009

Gülelim

Eski iki arkadaş yolda karşılaşmışlar, selam sabahtan sonra başlamışlar ayak üstünde sohbete. Sohbet uzadıkça uzamış.

Bir ara arkadaşlardan biri diğerine demiş ki:
„Yahu biz niye böyle ayak üstünde duruyoruz ki, benim ev hemen şuracıkta, buyur bize gidelim.“

Arkadaşıda: „Tamam.“ demiş.

Arkadaşıyla beraber eve gelmişler ve hanımının bulunduğu ikramların eşliğinde sohbetlerine devam etmişler.

Bir zaman sonra misafir, evin hanımının dışarı çıkmasını fırsat bilerek arkadaşına döner ve şöyle der: „Arkadaşım ben sizin evliliğinize hayran kaldım, bak kaç yıldır evlisiniz, sen eşine hâlâ, canım, cicim, hanımcım diye hitap ediyorsun.“

Ev sahibi adam, hemen şöyle bir etrafı kolaçan eder, karısının odada olmadığını görünce, arkadaşına doğru eğilir ve kısık bir sesle: “ Pışşşşt, sakın çaktırma, ben benim hanımın adını unutalı yıllar oluyor, adı aklıma gelmediği içinde öyle hitap etmek zorunda kalıyorum!!“ der.


Hanımlar ve Beyler eşiniz size devamlı canım, cicim diye hitap ediyorsa, isminizi unutup unutmadığını bir araştırın derim.

Kıssadan hisse: Hiç bir şey göründüğü ve ya duyulduğu gibi değildir!! Gördüklerimizi, duyduklarımızı arkasını araştırmadan kesinlikle körü körüne inanmamalıyız.

Herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum!! Bu kutsal ay hepimize Sağlık, Huzur ve Barış getirsin!!

Resim: Pixelio

20.08.2009

Ödülcü geldiiiii

Sevgili arkadaşlarım Dolunay ve Ufuk Çizgisi tarafından ödüllendirilmişim, kendilerine çok çok teşekkür ediyorum. Bu ödülün 7 kuralı var.

İşte kurallar:
1-Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
2- Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3- Ödülün logosunu yayınlayın.
4- 7 yaratıcı blogeri ödüllendirin.
5- Bu 7 bloğun linklerini yayınlayın.
6- Ödüllendirdiklerinizi bundan haberdar edin.
7- Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın.

Öykü
Absalom
Sibel
Ebru
Guguk
Efsa
Tijen

Gelelim şimdi bu ödülün en zor kuralına (Yahu ben ilginç biri değilimki, ne yazıcam ben şimdi:)

1.) Simetri hastasıyım, eğri büğrü duran şeylere acaip sinir olurum:) Yolda gördüğüm insanların eteği yamuksa, gömleğinin, bluzunun etiketi dışarı çıkmışsa onları düzeltmemek için kendimi zor tutarım. Misafirliğe gittiğim yerde tozlu ve ya dağınık bir yer varsa, kimseye çaktırmadan silmeye ve ya düzeltmeye çalışırım:) Yaptığım işi yüzde ikiyüz yapmaya çalışırım, herkesten de bunu beklerim (daha çok beklersin sen)

2.) Diyetteysem acıktıkça yemek Bloglarını gezer, oradaki resimlere bakarım (Arizalı olduğumu söylemişmiydim:)

3.) Kitap okurken, kitabın içine öyle bir dalarım ki, önüme gelen 50 tonluk kamyonları ne duyarım, ne de görürüm:)

4.) Doğru bildiklerimden, ölüm pahasına da olsa vazgeçmem.

5.) Kin beslemem, ama yapılan iyiliği de, haksızlığı da asla unutmam.

6.) Yardım etmeyi, şarkı söylemeyi çok severim.

7.) Yavaş ve aptal insanlardan hoşlanmam (nedense hepte beni bulurlar), bir şeyi kırk defa anlatmaktan, söylemek zorunda kalmaktan nefret ederim.

Benim için çok normal olan bu anlattıklarıma ilginç denebilirmi bilemedim ki:)

Öykü`ye destek olalım!!!

Her ne kadar Ìstanbula gitmemiş ve kendi gözlerimle görmemiş olsam da, Öykü´mün bu yazısına ilgisiz kalamazdım. Sadece Ìstanbul´umuzun değil, bütün dünyadaki ormanların, su kaynaklarının kaybolmaması için uğraşmalıyız, bunu kendimiz ve çocuklarımız için yapmalıyız.

Bir gün gelecek yağmura, temiz havaya ve suya şimdikinden daha çok ihtiyacımız olacak, bunları bize sağlayanda Ormanlar olduğuna göre onlara sahip çıkmak, kendi hayatımıza, kendi sağlığımıza sahip çıkmak demektir.

Doğanın biz insanlara ihtiyacı yok, ama biz insanların doğaya ihtiyacı var. Doğa bizsiz yapabilir, biz onsuz yapamayız…

Atalarımız ne demiş: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var!”

Öykü`ye hepimiz destek olalım, sesimizi duyuralım!!
Resim: Pixelio

19.08.2009

Uyku/suzluk:)

Şöyle kocamaaaaan bir alan düşünün, düşündünüz mü, şimdi o alanın içine yüzbinlerce ayrı dilden konuşan, hiç ama hiç susmayan insanlar doldurun, doldurdunuz mu, hah işte o alan benim beynimin içinde.

Allahım 3-4 haftadır, gece gündüz dur durak bilmeden, hiç susmaksızın ayrı dilden konuşan bir sürü insanla dolu kafamın içi, ne yapsam susturamıyorum.

Hani birinin olsun ne dediğini anlasam, yok anlamıyorum ki, bilmediğim bir dilden anlatıp duruyorlar. Gece uykudan uyanıyorum, tabii her on-onbeş dakikada uyanılan uykuya uyku denirse, hâlâ kafamın içindekiler cümbür cemaat sohbetteler.

Susun bi ya, susun, susunda uyuyayım yaaa!!! Uykusuzluktan yıkılıp kalıcam bir yerlerde!!

Horrhrhhrhrrhhr, horrhrhrhhrhrhrh!!

Bu gün buralarda masasının başında uyuyan bir kadın görürseniz, lütfen bağırıp-çağırmadan, kornaya basmadan, iteleyip-kakalamadan, yumuşacık ve sakince uyandırmanız rica olunur!

Resim: Pixelio

18.08.2009

Mimci geldi hanımmmm Mimciiiiii:)

Sevgili arkadaşım Ufuk Çizgisi, hadi bakalım Belgin, bize En´lerini anlat demiş, kendisine çok teşekkür ediyor ve başlıyorum anlatmaya:)

En sevdiğin film:
Ìzlemediyseniz muhakkak izleyin derim:)

En sevdiğin yönetmen:
Çağan Irmak

En sevdiğin kitap:
Harry Potter´in tüm serisi,
Kadın Papa Johanna
Adı: Aylin
Yeryüzü Çocukları (Ufff ne zor bir soru:)


En sevdiğin yazar:
Joanne K. Rowling, Jean Auel, Ayşe Kulin (bu böyle devam eder gider:)

En sevdiğin ressam:
Van Gogh, Monet vb.

En sevdiğim resim:

En sevdigim fotoğraf:
Çocuklarımın tüm Fotoğraflarını seviyorum:)

En sevdiğim fotoğraf sanatçısı:
Anne Geddes

En çok özlediğim insan:
Annem

Bu mimi Gülenime paslıyorum, anlatsın bakalım eli makaslım EN çok neleri seviyormuş:)

14.08.2009

Kendimle konuşmalar*

Yazasım yok (Yazdım)

Okuyasım yok (Okudum)

Yemek yapasım yok (ooo dünden yaptım bile)

Temizlik yapasım yok (belki birisi insafa gelirde yapar, (daha çooook beklersin Belgin sen))

Çamaşırları yıkayasım, asasım, ütüleyesim yok (çıplak gezmek istemiyosan yapıcaksın)

Televizyon bakasım hiç yok (Ìçim daralıyo bee)

Yiyesim yok (Yeme işte, zayıflarsın belki)

Ìçesim yok (aaaa işte bu olmadı, kızıcam ama haaa)


Daha başka bir şeyde yapasım yok:)
Uykusuzluktan mı, yorgunluktan mı, bezginlikten mi bilemedim,
bildiğim tek şey aklıma hiçbir şeyin gelmemesi:(
Şu yukarıdaki resimdeki gibi bir yatak bulup yatmalı, görünüşü
güzel ama rahat olduğundan pek emin değilim:)
Bu durumun ne kadar süreceğini de bilmiyorum…


Bekleyelim bakalım, elbet bir gün değişir:)


Not: *Yazı başlığını Mayadan çaldım:D

11.08.2009

Tanıdık Dünyalar

Kitaplar benim en yegane dostlarım, okumayı öğrendiğimden beri, her gün okumadan edemem. Almanya`ya geldikten sonra, yalnızlıktan, dil bilmemezliğin verdiği zorluklardan kurtulmak için olsa gerek, okuldayken bile her teneffüste burnumu kitapların içinden çıkarmazdım. Şimdiye kadar okuduğum kitapların sayısını dahi hatırlamıyorum.

Bu günlerde bir şeyin farkına vardım, ne zaman gerçek yaşam beni sıksa kendimi kitaplarımın içindeki dünyalara atıyorum. Ama bunlar yeni kitaplar değil, severek okuduğum, bildiğim dünyalara atıyorum kendimi. O kitabın içindeki dünya, sevdiğim ve sonucunun iyi bittiğini bildiğim bir dünya. Kahramanları ise, beni sarıp sarmalayan eski dostlar.

Şimdilerde yine, Harry Potter, Midye Arayıcıları, Yeryüzü çocukları gibi defalarca severek okuduğum kitapların içindeki dünyalara kaçıyorum ben. Bir koca karton okunmamış kitaplarım olsa da, benim yeni dünyalara açılmaya cesaretim yok bu sıralar.

Bu durum normal mi, yoksa ben mi arızalıyım (sanki arızalı olduğunu bilmiyorsun Belgin, hııh) , bilemedim:) Merak ediyorum, bazen sizede olurmu böyle?

Resim: Pixelio

9.08.2009

YANDIK

Geçen hafta tatilden sonra işbaşı yaptığımda öğrendimki, onalti yıldır çalıştığım şirketin, orada yönetici olarak görev yapan hissedarlarından biri on yıldır şirketi dolandırıyormuş. Dünyadaki ekonomik krizinde etkisiyle şirket gelirimizin düşmesiyle mal aldığımız firmalara ödeme yapılmayınca her şey meydana çıkmış. Şimdi firmamız iflas etmiş durumda, şirketin şimdilik bilinen açığı tam üçbuçuk milyon Euro.

Firmamız Cuma günü mahkemeye Müflis (Insolvenz) davası açtı, eğer dava yürürlüğe girerse üç ay daha aylığımızı alabileceğiz, yok yürürlüğe girmezde, savcılık firmayı kapatırsa o günden itibaren işsisiz. Tek umudumuz davanın yürürlüğe girmesi ve firmamıza bir alıcı bulunması.

Aslında firma iyi iş yapan ve yaptığı işten para kazanabilen bir firma, umarım bir alıcı bulunur ve firmamız kurtulur. Yoksa yüze yakın insan işsiz kalıcaz, bu zamanda iş bulmakta çok zor, bulsak bile şimdiki aylığımızın ancak yarısını kazanabiliriz. Firmaların çoğu işçi almıyor (kiralık işçiler kullanıyorlar), ya da alsa bile çok ucuza getirmeye çalışıyorlar. Bizler benim buradan aldığım aylıkla kıt kanaat geçiniyorduk, işsiz kalırsam, işsizlik parasıyla ve ya daha düşük bir aylıkla yeni iş bulursam o zaman nasıl geçineceğimizi bilmiyorum.

Bir soysuzun yüzünden düştüğümüz hallere bak. Böyle yapanlar nasıl rahat yatabiliyorlar anlamıyorum. Bu kadar insanın ekmeğiyle oynamak nasıl bir insanlık anlayışı onu da anlamiyorum.

Íşsizlik çok zor, hele birde geçindirmek zorunda olduğun bir ailen varsa….

Allah yardımcımız olsun!! Ínşallah kurtulur firmamız!!

Resim: Pixelio

6.08.2009

Kampanya


Birmilyonkalem yine kolları sıvadı ve fakir çocuklara yardım amacıyla „Bir defter bir kalem“ adı altında yeni bir kampanya başlattı.

Bir defter bir kalem kampanyamıza sizde katılın.

Çocuklarımızın geleceğini güzelleştirmekte, yüzlerini güldürmekte bize yardımcı olun.

5.08.2009

Cesaret

Öyküm beni Mimlemis, anlat bakalım Belgincim, sence CESARET ne demiş. Kırarmıyım hiç güzel gözlümü:)

Cesaret deyince aklıma ilk gelen şey çocuk sahibi olmak, hele hele bu zamanda çocuk yetiştirmek çok büyük cesaret istiyor. Onları tüm pisliklerden korumak, kollamak büyük cesaret ister, bu söylediklerim anne-babalığı tam anlamıyla yapanlar için geçerli, yoksa erkekliğini ve ya kadınlığını ispatlamak için, herkesin var bizimde olsun diye sadece herkesin olduğu için çocuğa heves edenler için geçerli değil.

Çocukların yetiştiğinde, onları kendi hayatlarını, hayallerini, kendi yollarını bulmaları için kanatlandırmaktır cesaret. Bir anne baba için ne zor bir durumdur, ne kadar çok cesaret ister, içimizde çocuk sahibi olanlar bilir ne demek istediğimi. Onları ilk defa yalnız başlarına köşedeki Bakkala göndermek bile büyük cesaret ister.

Aşık olmak, birini sevmek, onun için her fedakârlığa katlanmak cesaret ister. Allahtan aşık olduğumuzda bedenimiz öyle güzel bir hormoncocktaili salgılıyor ki, onun etkisiyle herşeye cesaret edebiliyoruz:)

Karşılık beklemeden sevebilmektir cesaret.

Hayatında hiç görmediğin, dilini, dinini bilmediğin yabancı bir ülkeye çalışmaya gitmektir cesaret. Ailenin, çocuklarının geleceği için, onların ayrılığına, hasretine katlanmak, kendi hayatından vazgeçmektir cesaret.

Sürü sağa giderken, doğru bildiğin için sola gitmek cesaret ister. Herkesin içinde kendi doğrularını savunmaktır cesaret.

Türkiyede trafiğe çıkmak cesaret ister (bu cesareti daha kendimde bulamadım):)

ÌNSAN gibi ÌNSAN olmak, ÌNSAN gibi yaşamaktır en büyük cesaret isteyen şey.

Resim: Pixelio (Bu resmide özellikle koydum, bu sıcaklarda biraz serinletsin diye:)

4.08.2009

Punchinello

Wemmicksler bir orman halkıdır. Herbireri Eli isminde bir Marangoz tarafından yapılmıstır. Eli`nin Atölyesi bir tepenin üstündedir, Wemmickslerin yaşadığı köyde bu tepenin eteklerindedir.

Wemmickslerin hiçbiri diğerine benzemez, kimisinin burnu büyük, kimisinin gözleri, kimisi uzun, kimisi kısadır. Kimisinin Şapkası var, kimisinin Mantosu. Benzer yanları ise, hepsini Eli´nin yapmış olması, odundan yapılmış olmaları ve aynı köyde birlikte yaşıyor olmaları.

Wemmicksler her gün aynı şeyi yapıyorlar: Birbirlerine Etiket yapıştırıyorlar. Her Wemmickste bir kutu altın yıldızlı, bir kutuda gri puntolu etiket var. Köyün bütün sokaklarında birbirine Etiket yapıştıran Wemmickslere rastlamak mümkün.

Odunları pürüzsüz, boyaları canlı ve güzel olanlara altın yıldızlı etiketler, odunu pürüzlü, boyaları dökülmüş, çizilmiş olanlara ise gri puntolu etiket yapıştırıyorlar. Yetenekli olanlar, mesela bir kutunun üstünden atlayabilenler, bir çubuğu başlarının üzerinde tutabilenler, şarkı söyleyebilenlere herkes altın yıldızlı etiketler yapıştırıyordu. Bazılarına altın yıldızlı etiket yapıştırıldıkça daha çok etiket almak için hemen yeni birşeyler yapmaya başlıyorlardı.

Bazılarınınsa hiçbir yeteneği yoktu, bunlaraysa herkes gri puntolu etiket yapıştırıyordu. Ìşte Punchinelloda bunlardan biriydi. Onlar gibi hoplamaya çalışıyordu ama düşüyordu, düşünce diğerleri etrafına toplanıp ona gri etiketi yapıştırıyorlardı. Düştüğü zaman odunu çiziliyor, çizilincede diğerlerinden daha çok etiket alıyordu, neden düştüğünü anlatmaya çalışırken, aptalca şeyler söylüyor ve böylece daha çok etiket alıyordu. Bir zaman sonra Punchinellonun o kadar çok gri puntoları vardı ki, dışarı çıkarsam belki aptalca bir şey yaparım korkusuyla artık evden dışarı çıkamaz olmuştu. Dışarı çıktığında ise onun bir çok gri puntolu etiketi olduğunu görenler, ona sebepsizce gri etiket yapıştırır olmuşlardı.

“Onun o kadar çok gri puntolu etiketi var ki, o iyi bir Wemmicks değil!” diyordu diğer Wemmicksler. Punchinello`da onlara inanmaya: “Ben iyi bir Wemmicks değilim!” demeye başlamıştı. Artık dışarıya çıktığı zamanlar, zamanını kendi gibi gri etiketli diğer Wemmickslerle geçirmeye başlamıştı.

Günlerden bir gün Punchinello, Lulia adlı kızla tanıştı, Lulianın üzerinde ne altın yıldızlı, ne de gri puntolu etiket vardı. “Bende onun gibi olmak istiyorum!” dedi Punchinello. “Başkalarının bana etiket yapıştırmasını istemiyorum.”. Lulia´ya, bunu nasıl başardığını soru, Lulia`da: “Bu çok basit, ben her gün Eli`yi ziyaret ediyorum!”

“Eli?”

“Evet, Eli, ben onu her gün atölyesinde ziyaret ediyorum.”

“Neden?”

“Bunu neden kendin bulmuyorsun, bak Atölyesi işte şu gördüğün tepenin başında!”, Lulia bunu
söyledikten sonra, dönüp gitti.

Punchinello: “Ama o belki beni görmek istemez!” diye bağırdı Lulianın arkasından, ama Lulia bunu duymadı.

Punchinello eve gidip, pencerenin önüne oturdu, sokakta durmadan biribirine etiket yapıştıran Wemmicksleri izledi: “Bu hiç iyi bir şey değil!” diye düşündü ve Eli´ye gitmeye karar verdi.

Hemen tepeye doğru yola çıktı. Atölyenin kapısından içeriye girince, orada gördüğü aletlerin büyüklüğünden korktu, tam dönüp geri gidecekken ismini çağıran bir ses duydu: “Punchinello?”, bu ses derin ve şefkatlıydi, Punchinello olduğu yerde donup kaldı.

“Punchinello! Seni görmek ne güzel. Dur, sana şöyle bir bakayım!“ Punchinello yavaşça döndü, karşısında heybetli bir adam duruyordu: “Sen beni nerden tanıyorsun, benim adımı nerden biliyorsun?” diye sordu çekinerek.

“Tanımazmıyım hiç, seni ben yaptım.” Eli eğilip onu aldı ve masanın üzerine oturttu. “Hmmm”, diye homurdandı, Punchinello´nun üzerindeki etiketleri görünce. “Görünüşe bakılırsa sana yeterince kötü etiket yapıştırmışlar.” dedi.

“Ben istemedim Eli, iyi olmak için inan o kadar uğraştım.”

„Benim önümde kendini savunmana gerek yok, benim için diğer Wemmickslerin ne düşündüğü hiç önemli değil.“

„Gerçekten mi?“

„Evet, senin içinde önemli olmamalı, onlar kim ki başkalarına altın yıldız ve ya gri puntolu etiketler yapıştırıyorlar? Onlarda senin gibi Wemmicksler, onların senin hakkında ne düşündükleri hiç önemli değil, benim ne düşündüğüm önemli, bense senin çok özel biri olduğunu düşünüyorum!“

Punchinello gülmeye başladı. „Ben mi, ben nasıl özel biri olabilirim ki, hızlı koşamıyorum, yüksek hoplayamıyorum, boyam dökülüyor, benim nerem özel?“

Eli ellerini yavaşça Punchinellonun omuzlarına koydu ve yumuşacık bir sesle: „ Çünkü sen benimsin ve benim için çok önemlisin!“ Punchinello`ya şimdiye kadar kimse böyle bakmamıştı, Punchinello ne söyliyeceğini şaşırdı.

„Her gün senin gelmeni bekledim.“ dedi Eli.

„Ben etiketsiz biriyle tanıştım, onun için geldim.”

„Biliyorum, bana anlattı.“

„Etiketler onun üzerinde niye durmuyor?“

„O istemediği için, onun için diğerlerinin düşünceleri önemli olmadığı, o sadece benim düşüncelerimi önemsediği için etiketler onun üzerine yapışmıyor. Biliyormusun, sen istemezsen, hiç bir etiket üzerine yapışamaz!“

„Nasıl?“

„Etiketler sen onları önemsersen üzerine yapışır. Sen benim sevgimden emin oldukça, etiketleri önemsemen azalır.“

„Doğru anladığımı zannetmiyorum ama…“

„Beni anlaman için zamana gerek var, bir gün anlıyacaksın, o gün gelene kadar, sen her gün beni ziyaret etmeye devam et. Et ki sana seni ne kadar sevdiğimi ve benim için ne kadar önemli olduğunu hatırlatayım."

Eli Punchinello`yu kaldırarak yere bıraktı.

„Ne kadar özel biri olduğunu hatırla, bil ki seni ben yaptım ve ben hata yapmam!“

Punchinello bu sözleri dinlerken, aklından: „Galiba gerçekten böyle düşünüyor!“ diye geçirdi, aklından böyle geçirir, geçirmez üzerindeki etiketlerden biri yere düştü.

Max Lucado

Resim:
Pixelio

1.08.2009

BEN

Bu gün kalem küçük cadıda:)


"Rengarenk parçalar, BENim hatıralarımdan oluşan, KIRMIZI, SARI renkler, MAVIYLE karışık. Seviyorum maviyi, bana gökyüzünün sonsuzluğunu hatırlattığı için.

Kırmızıysa BENim için en güzeller gülleri canlandıriyor. Sarı Güneş gibi. Kendime bakıyorum ZAMANIN aynasında – pırıl pırıl bir GÜNEŞ, her gün doğan, SICAKLIK, SEVINÇ ve HAYAT hediye eden, işte bu BENim.

Gözümü kapatıyorum ve içimin en derinlerindeki YOLU arıyorum, BENi başka zamanlara götüren….. Birden kendimi karanlık bir odaya kapatılmış bir Tuvalin önünde buluyorum. Yaşanmışlığımın rüzgarı geliyor üstüme, onun kanatlarında annemi, babamı ve ablamı görüyorum, ablamın kucağında küçük bir bebek – bu BENim. O geçmiş ZAMANI hatırlamıyorum, sanki biri onu benim içimden kovalamış…

Başka ZAMANIN kapıları bekliyor BENi. Gün be gün, Yıl be Yıl onları yeniden keşfedeceğim ve onları uzun bir ZAMAN sonra, onları hayatımın en güzel hatıraları olarak hatırlayarak kapatacağım kapıları.

Beni BENe götüren bir çok YOL var. BENim arkamda bütün BENliğim saklı: HAYALLERIM, DILEKLERIM, GÜLMEK ve AĞLAMAK, YAŞAMAK ve UNUTMAK ve yaşamımın ZAMANI.


BEN gibi bir BEN daha yok bu hayatta.

Benim BENim eşsiz!!"





Resim: Pixelio