RSS

31.03.2009

Dostum sana...


Canım dostum, bu gün gene aklıma sen düştün ve gene canım yandı. Her seni düşünüşümde, çaresizlikten içim yanıyor.

Halbuki tanıştığımızda hayat dolu bir insandın ve o içten gelen, yapmacıksız kahkahaların, etrafındaki herkese neşe saçardı. Üç yıl önce izine geldiğimde yaşadıklarını hala unutamıyorum.

Eşin olacak o hayırsızın sana yaptıkları aklıma geldikçe, sinirden kuduruyorum. Canım arkadaşım, bazı insanlar nedense bu dünyaya sanki sadece çile çekmek için gelmişler gibi bir kaderleri oluyor. Ne yazıkki sen de bunlardansın.

Ìlk evliliğinde, kocanın ve annenin beraberce seni aldatmaları, iki çocuğunun sorumluluğunu yalnız üstlenmen, sonra ikinci evliliğinde, eşinin çocuklarını kabullenmemesi ve onları babana bırakmak zorunda kalman. Oniki yıl sonra büyük oğlunu saçma bir trafik kazasında kaybetmen ve eşinin seni aldatması… Bilmem ki daha hangisini sayayım, eşinin kumarı, içkisi ve bütün kazancını bunlara yatırması...

Üç yıl önce, seni aldattığı zaman, boşan bu adamdan, bundan sana hayır gelmez dediğimde, öbür çocuklarım babasız büyüdü, bunlarda mı babadan yoksun büyüsünler demiştin. O zaman rahmetli anneciğim aklıma düşmüştü, annem de bizler için, bizler babasız büyümeyelim diye, tam otuz yıl babama katlanmıştı. Sonra eline geçen ne oldu, mutsuz hayatı,tutulduğu amansız mide kanseriyle son buldu. Senin de, Allah korusun, böyle bir derde yakalanabileceğini düşünmek, beni çok korkutuyor.

Geçen yıl izine geldiğimde, „Arkadaşım kızın nasıl olsa evlendi ve kendi hayatını kurdu, oğlunda artık yetişkin sayılır, at bu adamı hayatından“ dediğimde de, bu defa da ekonomik özgürlüğünün eksikliğinden, nereye gideceğini bilmediğinden bahsettin. Arkadaşım, biliyorum bu adımı atmak çok zor, ama bana inan ki, sen her zorluğun üstesinden gelebilecek kadar güçlüsün. Hem yıllardır bu evin yükünü çalışarak sen taşımadın mı? Kocan olacak adam, zaten kazandığını içki, kumar masalarında yemedi mi?

Sen daha hala neyi düşünüyorsun ki, duyduğuma göre yeni bir iş de bulmuşsun, ben zaten yurt dışındayım, bizim ev boş duruyor, gir otur. Kazandığın parayla kendini gül gibi geçindirirsin.

Geçen izine geldiğimde seni daha da mutsuz, umutsuz gördüm ve bu benim yüreğimi dağladı. Eşin görüşmemize izin vermediği için, seninle saklı saklı başka komşularda görüşmek zorunda kalmak ve seninle doyasıya konuşup, dertleşememek, beni ve seni çok üzdü, bunu biliyorum.

Bırak artık hep başkalarını düşünmeyi, hep başkalarının mutluluğu için kendini feda etmeyi, biraz da kendini düşün. Çocukların ilk önce üzülseler bile, seni anlıyacaklardır. Bazen babasız yaşamak, böyle bir babayla yaşamaktan daha iyidir.

Hani uzaktan gelen kuzenim, “Bu hanımın bize akrabalığı nereden” diye sorduğunda, ona “Biz ana-baba ayrı, kardeşiz” demiştin ya, işte öyle, sen ve ben kardeşiz. Kardeşler hiçbir zaman birbirlerini yalnız bırakmazlar.

Ben seni çok seviyorum ve her zaman senin yanındayım. Elimden geleni yapmaya hazırım, sen yeterki, kendi hayatını artık kendi ellerine al.

Sana yardım edememek beni çok üzüyor, ama karar senin elinde, ilk adımı sen kendin atmalısın.

Seni çok özledim.


Resim: Pixelio, Öykü Atölyesi, Kelime oyunları

29.03.2009

Mim

Sevgili arkadaşım Dolunay beni mimlemiş ve diyor ki, bize en sevdiğin Kitabı anlat. Önce belirtmeliyim ki, bende en sevdiğim Kitap diye bir şey yok, ben Kitaplarımın hepsini seviyorum. ĺçlerinden birini seçmek benim için gerçekten çok zor oldu. Ama bu Kitapta anlatılanların, gerçek bir yaşama dayanması ve Johannanın katlandığı zorluklara karşı, gücünü yitirmemesi ve başarıları beni çok etkilemiştir.

Kitabımızın adı: Kadın Papa Yoanne (Die Päpstin)

„Johanna 814 yıIının soğuk bir kış gününde, Almanya`da, şimdiki Ingolstadt`ta (o zamanlar sadece bir kaç evli bir köydür), köy rahibinin kızı olarak dünyaya gelir. O zamanlar katolik rahiplerin daha evlenmesi kilise tarafından yasaklanmamıştır.

Avrupa en karanlık dönemlerinden birini yaşamaktatır. Bilim ve güç erkeklerin elindedir. Kadınlar onlara göre, akılsız, mantıktan yoksun, düşünmeyi beceremeyen, kötü ruhlu ve şeytanın yardımcısı olarak görülen, en aşağılık varlıklardır. Kadınların okumayı, yazmayı ve ya düşünebileceği kimsenin aklına gelmemektedir.
Kadınlar, onlara verilen çerçevenin dışına çıktıkları an da, hemen cadı olarak boğuluyor ve ya yakılarak öldürülüyorlardı.

Johanna biraz büyüyünce, büyük abisi ona okumayı-yazmayı öğretir, bu o zamanlar yasak bir şeydir, çünkü o bir kızdır.
Bir gün evlerine misafir olarak, Bizanstan gelen bir Bilgin, Johannanın üstün zekasını farkeder ve onun en yakın Manastır mektebine, ögrenci olarak alınmasını sağlar. Bu Johanna için büyük bir mucizedir.

Johanna en ağır şartlara rağmen, öğrenir, öğrenir. Ama bu güzel günler, Normandiyelilerin köye yaptıkları, vahşice saldırıyla sona erer. Johanna saklanarak hayatını kurtarır, ama onların kadınlara yaptıkları işkenceleri yakından görür. Normandiyeliler gittikten sonra, Johanna erkek bir papaz kılığına girer ve yola düşer. Yolu onu Fulda manastırına götürür. Manastırlar o zaman birer Bilgi yuvasıdır. Johanna orada, şifalı bitkilerden sorumlu papazın yanına, yardımcı olarak verilir. Ondan bitkilerin nasıl yetiştirildiklerini, hangi bitkinin, hangi hastalığa iyi geldiğini, bitkilerin nasıl kullanılacağını öğrenir. Üstün zekasını ve mantığını çok güzel kullanarak, bu alanda büyük bir usta olur.

Onun bu alandaki üstün bilgisi, kendisini bir gün Vatikanda, Papanın doktoru olarak bulmasını sağlar. Johanna oradada bütün dikkatleri üzerine çeker.

Atlattığı bir çok badireden sonra, Johanna bir gün kendini kutsal Papa tahtında, Papa olarak bulur.

Johanna iki yılı geçkin süre Papalık yapar. Johannanın dini bir alay sırasında, düşük yapmasıyla, her şey meydana çıkar ve Johanna taşlanarak öldürülür.”

Johanna tarihte ilk ve son kadın Papadır. Vatikan ve katolik kilisesi onu ne kadar tarihçelerinden silselerde, heykellerini yıksalarda ve onu kabullenmeselerde, Johannanın varlığı ispatlanmıştır.
Yeni Papalara yapılan, ama Vatikanın yalanladığı, cinsiyet kontrolü bile, onun varlığını ispatlamaktadır.

Johanna bize, zekanın ve öğrenme isteğinin, zaman ne kadar karanlık, ne kadar zor olursa olsun, başaramıyacağı hiçbir şeyin olmadığını gösterir.

Okula gönderilmeyen, eğitim almalarına izin verilmeyen kızlar, küçük yaşta, zorla evlendirilen kızlar, dövülen, işkence gören kadınlar, bu modern çağımızda bile, çoğu yerlerde, kadına bakış açısının değişmediğini görmek, canımı çok yakıyor.

Sevgilerimle

Resim: Pixelio

27.03.2009

Bana Geldileeeeer


Bu günde bir terslik var!!

Sabah kahvaltı hazırlamak için buzdolabını açtım, buzdolabı değil mübarek, fırın. Bozulmuuuuş!!! Bu meretler neden tam paranın kıt olduğu zaman bozulurlar, sebebini bilen biri varsa bana söylesin.

Buzdolabını balkondan atasım geldi!!

Ofise geldim, bütün işler karışık, anyaya gidecek olan kamyona, konyanın malını yüklemişler, işin gücün yoksa, düzelt bakalım.

Sinirden avazım çıktığı kadar bağırarak, oradan kaçasım geldi!!!

Ortalık biraz sakinleşince, Blogları dolaşmak istedim, bir çoğunda (Tutsak, Sardunya) yeni yazılan yazıları okuyamadım, çünkü Blogger „bu sitede, aradığınız yazı yok“ deyip duruyor.

Pilgisayarı yolun içine koyup, kamyonla üzerinden geçesim geldi!!

Evrakları hazırlarken, işim acele diye, iki ayağımı bir pabuca sokan şoförlere


çin işkencesi yapasım geldi

En iyisi bu gün kimse bana bakmasın, kimse benimle konuşmasın, çünkü sinirden ne yapacağım belli olmaz…

Bu gün buralarda, gözü dönmüş, saçı-başı birbirine karışmış, deli gibi koşan birini görürseniz, amaaaan haa, SAKIN tutmaya çalışmayın…

ISIRABÌLÌRÌMMMM

25.03.2009

Gara Memet -2-

Adı Mehmet`ti, savaş başladığında 17 yaşındaydı ve köyünde marangozluk yaparak kendini ve dul anasını geçindiriyordu. Köyde herkes ona, esmer olduğu için, gara Memet derdi. Gara Memet uzun boylu, çatık kaşları, dalgalı saçları ve simsiyah gözleriyle yakışıklı bir delikanlıydı. Mesleği icabı ağır kaldırmaktan, güçlü kuvvetliydi de.

Savaş başladıktan bir yıl sonra askere alınmış, arkasında gözleri yaşlı anacığını bırakıp gitmişti cepheye. Cephelerde savaşmış, sonra yaralanınca Ruslara esir düşmüştü. Ruslarda sekiz ay esir kaldıktan sonra, buna dayanamamış, bir kaç arkadaşıyla, esir kampından kaçmışlardı. Ama kötü kader peşlerini bırakmamış, kaçtıktan bir kaç gün sonrada Ìngilizlere yakalanmışlardı. Ìngilizler bunları, Ìngiltereye giden bir gemiye koyup, göndermişlerdi buraya. Ìki yıl esir kaldığı bu ülkede, esir kampından bırakıldığında, bir Türk gemisi bulabilme ümidiyle, gece gündüz yürüyerek gelmişti bu Limana.

Gara Memet bindiği gemiyle, onca yıl hasret kaldığı vatanına bir kaç hafta sonra, bu iyilik sever Kaptanın sayesinde kavuşmuştu. Uğruna beş defa yaralandığı, üç yıla yakın esir kaldığı vatanına, bir gün bile yük olmadan, bir kuruş aylık talep etmeden, marangozluk yaparak yaşadı ve 1968 yılında, görevini yapmış olmanın verdiği huzurla, dünyaya gözlerini kapadı.

Gara Memet öldü, ama sen onun kurtadığı topraklarda, hâlâ özgürce yaşamaktasın, onların verdiği mücadeleye niye saygısızlık edip, vatanımızın parça, parça yabancılara peşkeş çekilmesine göz yumuyorsun? Artık yabancılar vatanımızı bölüp, parçalamak için topuyla, tüfeğiyle kapımıza dayanmıyor, bunu şimdi yeni silahları olan PARAyla yapıyorlar ve vatanımızı bizden parça, parça koparıp, alıyorlar.

Gara Memet ve onun gibi cesur ve mert nice Mehmet`ler, Ahmet`ler, Ali`ler öldü, ölen onlar olduğu halde, niye bizler ölüyü oynamaktayız, onlar vatanın bir çivisini bile yabana kaptırmamak için verdikleri hayatlarının kıymetini neden bilmemekteyiz.

Ey Milletim, artık yattığın ölü uykusundan silkelenip, kalkma zamanın geldi de, geçiyor bile. Sen uyurken vatan elden gidiyor, bari elimizde kalanlara sahip çıkalım hep beraber ve kurtaralım kendimizi yabanın pençesinden.

Hiç olmazsa en basit vatandaşlık görevini yap ve seçimlere katıl!

Vatanımızın parça, parça bölünüp, satılmasına izin verdiğimiz için, unutma ki, ahirette Dedelerimize ve hayattayken de çocuklarımıza verilecek bir hesabımız var.



Dip Not: Gara Memet benim tanışma fırsatı bulamadığım, ben bir yaşındayken bu dünyadan göç eden, kendisini sadece büyüklerimin anlattıklarından tanıdığım dedemdir. Dedecim ben seni çok seviyorum, senin ve silah arkadaşlarının bize emanet ettiğiniz Vatanımıza, sizler gibi sahip çıkamadığımız için, sizlerden binlerce defa özür diliyorum. Mekanınız cennet olsun.



Resim: Pixelio

24.03.2009

Gara (Kara) Mehmet -1-


Adam günlerden beri yoldaydı ve artık gücü kalmamıştı. Açlıktan dizlerinin dermanının kesilmesine ramak kalmıştı. Son gücüyle kendini Limana sürükledi ve bir duvarın dibine çöktü. Yorgun gözleri Limanı taradı, aradığı bir Türk gemisiydi. Vatanına ulaşmak için bu son ümidiydi.

Limanı tarayan yorgun bakışları birden ışıldadı, orada beyaz ve büyük bir gemide dalgalanan kan kırmızısı bayrağı görünce, gözünden akan yaşları tutamayarak, halsiz bacaklarıyla gemiye doğru koşmaya başladı. Limanda gemileri yüklemekle meşgul olan işçiler, bu saçı, sakalı birbirine karışmış, üstü-başı kirli ve yırtık, kendilerine koşar adımlarla gelen adamı görünce, kendilerini güç bela kenara atmışlardı. Adamın gözü dalgalanan bayraktan başka bir şey görmüyordu.

Soluk soluğa geminin merdivenlerini tırmandı ve bir kenara çöküverdi, oradaki görevliler gemiyi yüklemekle meşgul olduklarından, kendisini görmemişlerdi. Biraz sonra görevlilerden birinin gözü, kenara yığılmış, bitkin bir halda oturan adama çarptı. Görevli adamın yanına gidip, orada ne yaptığını ve kendisinin hemen gemiyi terk etmesi gerektiğini söyledi.

Adam bitkin bir halde başını kaldırıp, alev alev yanan gözlerle görevliye baktı ve „Bu bir Türk gemisi mi“ dedi. Görevli şaşkınca sadece „Evet“ diyebildi. Adam halinden umulmayacak bir çeviklikle ayağa kalkıp, iki eliyle gömleğinin yakalarını kavradığıyla, gömleğini yırtıp, göğsünü meydana çıkarması bir oldu. Görevli, adamın kirli, ama yara dolu göğsünü görünce afalladı, adam keskin sesiyle „Eğer bu bir Türk gemisiyse, bende bu Vatanın evladıysam ve bu vatan için savaşırken, esir düştüğüm bu memlekette vatanımın gemisine binmekten beni kim alıkoyacakmış görelim“ diye gürledi.

Görevli koşarak geminin Kaptanına haber verdi. Kaptan orta yaşını geçmiş, gün görmüş bir adamdı. Yavaşça adamın yanına yaklaştı, adam hala göğsü açık, direk gibi orada durmaktaydı. Kaptan adama selam verip, hal hatır sordu, insanca. Durumu anlamıştı, sonra orada şaşkın, şaşkın duran görevlilere, bir kabin hazlamalarını, adamı banyo yaptırıp, karnını doyurduktan sonra, kabine götürmelerini emretti. Görevliler bu emri kusursuzca yerine getirdiler.

Adam ertesi gün uyandığında gemi çoktan yola çıkmıştı. Senelerden beri ilk defa yattığı temiz ve yumuşacık yatağından kalktı. Dün banyo yaptıktan sonra kendisine Kaptan tarafından hediye edilen temiz giysileri giyip, güverteye çıktı.

Güverteki görevliler adama meraklı, meraklı bakıyorlardı, hepsi dün olanları duymuşlardı ve adamın hikayesini merak etmekteydiler.
Kaptan adama yaklaştı ve omuzundan tutup „Gel arkadaş, seninle şöyle güzel bir kahvaltı yapalım, sonrada istersen bana hikayeni anlatırsın“ dedi.

Adam olur der gibi, başını salladı. Beraberce yaptıkları kahvaltıdan sonra, Kaptan adama bir sigara teklif etti, adam sigarayı ağzına götürüp, yaktı ve başladı anlatmaya:..


Arkası yarın:)



Resim: Pixelio

23.03.2009

Kadın olacak çocuk


Büyük cadı bu gün Üniversitede ilk gününü geçiren, ortanca cadısına sarılmış, okşayıp, sevmektedir:

„ĺpek saçlı kızım, Zeytin gözlü kızım….

Bunu duyan küçük cadı, hemen babasının kucağına atılıp, ona sarılır ve

„Hadi baba, sende söyle, sen de bana böyle güzel şeyler söyle“…der

Bunları duyan büyük cadıyla, ortanca cadı da gülme krizine girerler.

Anlaşılan kadın, her yaşta kadın:)

Sevgilerimle




Resim: Pixelio

Şarkı söylemek insanı mutlu eder mi?

Kesinlikle evet, sahneye çıkıpta şarkı söylemekten bahsetmiyorum canım, hani şu yemek yaparken, bulaşık yıkarken, ev temizlerken söylediğimiz şarkılardan bahsediyorum.

Bu gün tesadüfen derginin birinde de bu tezimi ispatlıyan bir araştırmaya rastladım. Yazıda diyor ki, şarkı söylemek sağlığımız için dinlemekten daha faydalıymış. Şarkı söylemenin insanın bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği ve vücudumuzun mutluluk hormonu salgılamasını sağladığı için kendimizi daha mutlu hissetmemize yol açtığını yazıyordu. Ben de kendi denemelerimden yola çıkarak, bütün bu söylenenlere katılıyorum.

Bu benim en çok sevdiğim bir şey, işlenirken, araba sürerken, banyo yaparken kendimi hep şarkı söylerken yakalıyorum.

Hele araba sürerken, bir de güneşli bir günse, arabanın camları ve üstü de açıksa ve ben ıssız bir orman yolundaysam, değmeyin keyfime.

Bazen nineciğimin yanık sesiyle söylediği türküler gelir aklıma, burnumun direği sızlar, çok sevdiği kocasını genç yaşında kaybettiği için olsa gerek, hep acılı ayrılık türküleri söylerdi rahmetli.

Ben kendimi bildim bileli, hep şarkı, türkü söylemişimdir. Çocuklarımı bile ninni yerine, türkülerle, şarkılarla uyutmam, büyütmem bundandır belkide.

Allah`tan ki işyerimde ki odamda kendi başımayım ve böylece çalışırkende şarkı söyleme fırsatı bulabiliyorum.

Bu arada arabada şarkı söyleme serüvenlerimden birini anlatmadan geçemiycem:
Bir gün arabada giderken kendimi şarkı söylemeye o kadar kaptırmışım ki, dışarıdan nasıl garip bir görüntü yarattıysam, lambada durduğumda etrafımdaki sürücülerin acıyan bakışlarıyla karşılaştım. Bu deliye hangi aptal ehliyet verdi diye düşünmüşlerdir kesin.

Çünkü o zamanlar cep telefonları bu kadar yaygın değildi, şimdi arabada şarkı söyledinmi, dışarıdan bakan birisi senin cep telefonuyla konuştuğunu zannediyor ve artık deli gözüyle bakmıyorlar.

Artık bana acıyan bakışlarla bakan gözlere rastlamadan, özgürce ve bağırarak şarkı söyleyebilirim arabamda:)

Eğer bir gün, bir yerlerde araba sürerken, yandaki, öndeki ve ya arkadaki arabanın içinde kendini kaybetmiş bir şekilde şarkı söyleyen birine rastlarsanız, tamamdır, beni bulmuşsunuzdur:)

Ìdare edin artık, ne yapayım canım, şarkı söylemek beni acaip mutlu ediyor.

Sevgilerimle

Dip Not: Size bir şey söyliyeyim mi, şarkı söyleme üzerine yazı yazmak bile insanı mutlu ediyormuş:)
Resim: Pixelio

22.03.2009

Beynimiz mi düşüncelerimizi, düşüncelerimiz mi beynimizi doğuruyor?

Dalai Lama 90`ların sonunda Amerikan kliniğinin birinde bir Beyin ameliyatına ziyaretçi olarak girme fırsatı bulur.

Ameliyattan sonra doktorlarla sohbet eden Dalai Lama onlara şöyle bir soru yöneltir: „Beynimiz düşüncelerimizi oluşturuyorsa, düşüncelerimizin de beynimizin üzerinde bir tesiri olurmu?“

Bu soru karşısında şaşıran doktorlardan birisi, bunun imkansız olduğunu, zihinsel aktivitelerin beyin üzerinde fiziksel bir tesirinin olmayacağını söyler.

Yapılan yeni araştırmalar bu ve onun gibi düşünen doktorların yanıldığını göstermektedir. Beynimiz hasar gören bölgelerini tamir edip, yeni sinirler ve yeni bağlantılar geliştirebilmektedir.

Yapılan bir deneyde, bir grup insandan bir kaç hafta piyano çalmaları istenir, öbür gruptan da piyano çalmalarını hayal etmeleri istenir. Bir kaç hafta sonra yapılan gözlemlerde piyano çalanların motorik Kortekslerinin genişleyip, geliştiği gözlemlenir, ama işin şaşırtıcı yanı, piyano çalmayıp, sadece çaldıklarını hayal edenlerde de bu gelişme gözlemlenir.

Başka bir araştırmada ise, doğuştan kör olan ve görebilen insanları beraberce karanlık bir odaya kapatırlar ve onlardan seslerin hangi yönden geldiğini tespit etmeleri istenir. Şasırtan sonuç, bu deneyde kör olanların, görenlerden daha başarılı olmalarıdır. Yapılan ölçülerde kör insanların bu işte aktiv olan beyin bölgesinin duyma korteksi değil, görme korteksi olduğu tespit edilir. Sanki bu insanlar sesleri duymayıp, görüyorlar.

Doğuştan kör olan Türk ressamı Eşref Armağan`ın yaptığı resimler, denizi, renkleri, hiç görmediği ve sadece anlatımlardan tanıdığı halde, gerçeğe şaşırtıcı derecede yakın.

Devamlı yapılan fiziksel hareketlerin, beyin üzerinde de büyük etki yaptığı gözlemlenmiştir.
Yetişkin insanların beyninin de kendini geliştirme yeteneğini yitirmediği böylece ispatlanmış oluyor.

Bu bizim günlük hayatımız için çok büyük rol oynuyor. Şöyle ki, bazılarımızın yaptığı gibi, ben artık yaşlandım, yeni bir şeyler nasıl olsa öğrenemem diye her şeyden elimizi ayağımızı çekmemiz için bir bahanemiz kalmıyor.

Beynimizin de vücudumuz gibi dinamik ve işlek kalmasını istiyorsak, onu çalıştırmamız, egsersiz yaptırmamız lazım. Mesela yeni bir müzik aleti çalmayı ögrenerek, bulmaca çözerek, kitap okuyarak, yazı yazarak, şiir ezberliyerek, örgü-dantel gibi el işleri yaparak beynimizi işlek tutabiliriz.

Eğer ileri yaşlarda beynimizin sulanmasını istemiyorsak, daha çok yapılacak işimiz var:)

Sevgilerimle


Kaynak: PM dergisi, Ocak sayısı 2009 ; Resim: Pixelio

19.03.2009

Rica

Arkadaşlar benim bir sorunum var ve ben bu sorunumu çözmekte bana yardımcı olacağınızı düşünerekten, bunu sizinle paylaşmaya karar verdim.

Ben aşırı derecede miyop gözlere sahibim, ninem hep karanlıkta kitap okuma, gözlerin bozulacak derdi, onu dinlemedim, ondandır herhalde:))

Bazı arkadaşların sayfasına girdiğimde yazılarını okumakta zorluk çekiyorum (su siyah üzerine, beyaz ve ya renkli yazılar.), bu da beni çok üzüyor, çünkü yazıları çoğunlukla yarıda bırakmak zorunda kalıyorum.

Lütfen sayfalarımızın rengini, yazılarımızın rengini seçerken biraz da görme özürlüleri düşünelim, çünkü hepimiz buraya düşüncelerimizi başkalarıyla paylaşmak için yazıyoruz.

Şimdi bu arkadaşlardan rica etsem, sayfalarının dizaynını değiştirirler mi acaba?

Sevgilerimle

18.03.2009

Sessizliği dinlemek

Bu gün hava güzel olduğu için, canım işe yürüyerek gitmek istedi. Yürürken yaşantımızın ne kadar çok gürültü içinde geçtiğini yeniden fark ettim.

Bu sadece dışarıda olan bir şey değildi, evimizin içinde de bu durum pek değişmiyordu. Mutfakta çalan Radyo, oturma odasında Televizyon, çocuk odasından keman sesi, vb. Bu liste böyle devam edip gidiyor.

Fark ettim de biz nereye gidersek, bu gürültü bizimle birlikte geliyor, sanki kendi, kendimizle yalnız kalmaktan korkarmışız gibi.

Bundan bir kaç yıl önce Almanya`nin doğusunda bir köye Seminere gittik. Öğleden sonra kalacağımız otele ulaştık, kalacağımız Otel küçük bir köyün dışında, ormanlık bir tepenin üstündeydi. Yakınında yol falan yoktu, sadece küçük bir dere akıyordu.

Seminer ertesi sabah başlayacağı için biz eşyalarımızı odalarımıza koyduktan sonra, arkadaşlarla yakındaki köye yemeğe gittik. Geç vakit otele döndüğümüzde daha uykumuzun gelmemiş olmasını fırsat bilerek otelin barında biraz daha eğlendik.

Gece yarısından sonra odalarımıza çekilip, yatağa girince, kalbimin gürültüsünden uyku tutmayınca, ilk defa fark etmiştim normal yaşantımızın ne kadar gürültülü olduğunu.

Bizler bu gürültülü dünyada kendi, kendimizi bile dinlemeye tahammülümüz yokken, başkalarını nasıl dinleyebilirizki. Ve ya şöyle diyeyim, biz bile kendimizi, düşüncelerimizi dinlemezken, başkalarının bizi dinleyip, anlamasını nasıl isteyebiliriz ki?

Ben kulaklıkla müzik dinlemeyi sevmiyorum, bana kulaklıkla müzik dinlemek, kendi düşüncelerimi duymamı engelliyormuş gibi geliyor (başkaları bunu saçma bulabilirler, ama bu benim hissettiklerim).

Şehirlerde sessizlik denen bir şey yok, bunun böyle olmadığını bir gece saat 3 te ve ya 4 te kalkın dinleyin, herkes yatmış, herşey durmuş olsa bile, büyük bir uğultu var şehirlerde kulaklarımızı yırtan.

Sessizliği dinleme şansımız elimizden alınalı o kadar çok zaman olmuş ki, sessizliği bulduğumuzda neredeyse tanımakta güçlük çekiyoruz. Aynen benim o gece kendi kalbimin atışlarını duymama bu sessizliğin neden olduğunu ve alışık olduğum uğultunun yok olduğunu ancak ertesi sabah uyandığımda anlayabildiğim gibi.

O gece, o köyde bulduğum sessizliği dinleme fırsatını, bakalım bir daha nerede bulabileceğim
.

17.03.2009

Gülelim / Düşünelim

Ünlü bir ĺş adamı, kendisine bir yardımcı arıyordu. Bulacağı adamı hem sağ kolu yapacak, hem de bazı tesislerinin idaresini ona devredecekti.

ĺlk elemeden sonra müracaat eden yüzlerceden, topu topu üç kişi kalmıştı.
Adam, “Şimdi üçünüze de aynı kolay test sorusunu soracağım.” dedi.
“ En iyi cevabı veren, bu işe alınacak. Sorum, göreceğiniz gibi son derece basit:
ĺki kere iki kaç eder?”

Birincisi, „4“ diye cevap verdi.

ĺkincisi, „10” dedi

Üçüncüsü de nihayet “5” te karar kıldı.

ĺş adamı, „Üçüncü arkadaşı seçtim“ dedi. „Çünkü birincisi 4 dedi…. Yani çok basit, endişeli, muhayyileden yoksun biri olduğunu ispat etti.

ĺkincisi 10 dedi, o da çok muhteris, titiz, hatta şerefsiz biri… Sırtımı dönsem, bana kazık atmaya kalkacak.

Üçüncüsünü seçtim. Çünkü esprisi var…. Mantıklı olmasını da biliyor.
Üstelik de yeğenim!”


15.03.2009

Hediyeler


Dün görümcem geldi, benim küçük cadıyıda aldı gitti. Akşam eve geldiklerinde ikiside mutluydular, hala-yeğen alışveriş merkezinin altını, üstüne getirmişler. Alış veriş merkezinden önce de Türkçe kitap, dergi, CD, DVD satan bir dükkana uğramışlar.

Eve kocaman bir torbayla geldiler, içinden bana da hediyeler çıktı, hem de nasıl hediyeler bir bilseniz, resmen deli oldum.

Torbadan çıkanlar:

Kaç zamandır okumak isteyip, bulamadığım:
„Bin muhteşem güneş“

Ne zamandır seyretmek isteyip, seyredemediğim:
„Son ders“

Veeee büyük final:
“ĺlk Şiirler (Nazım Hikmet)”

Sevgili görümceme buradan Tesekkürlerimi gönderiyorum:)

Sevgili Cheetos`dan öğrendiğim “Evrenden ne istersen, net iste” bilgisi işe yaradı gördüğünüz gibi:)

14.03.2009

ĺçimden geçenler


Günlerdir aklıma takılan bir şey var, biz bu Blog denilen sanal dünyada neden bu kadar çabuk arkadaş edinebiliyoruz?

Sonra düşündüm ve anladım; Çünkü biz burada gözümüzle değil, gönlümüzle bakıyoruz, önyargısız birbirimizi dinliyoruz. Ve böylece, güzel, çirkin, şişman, zayıf ve meslek-mertebe ayrımı yapmadan, sadece düşüncelerimizle birbirimizi tanıma fırsatı buluyoruz.

Biz burada, bazen en yakınımıza bile anlatamadığımız düşüncelerimizi blog arkadaşlarımıza anlatabiliyoruz ve bir de bakıyoruz bizi anlayan, bizim gibi düşünen insalar çıkıveriyor karşımıza. Bu cok güzel bir duygu. Bu yolla bir çok değerli insanla tanıştım. Belki yolda karsılaşsak birbirimizi görmeden ve ya görmezden gelerek geçerdik.

Ve burada yaptıklarımızı, yani karşımızdaki insanı, gözümüzle değil, gönlümüzle görebilseydik, ona önyargısız, yani zengin, fakir, şisman, zayıf, okumuş, okumamış, iyi giyimli, kötü giyimli diye ayırmadan, onun düşüncelerine, değerlerine saygılı davranabilseydik, dünya daha güzel olurdu diye düşünüyorum.

Ben ekran önünde hayran, hayran onların yazdıklarını okurken, beğendiğim yazılarına çekine, çekine yorum yazarken, şimdi benim de onların aralarına katıldığıma daha hâlâ şaşırıyorum.

Ben bu sanal dünyayı bayağı geç buldum, ama pir buldum. Şimdi internetsiz bir dünya düşünemiyorum. Her sabah bu dünyaya ayak basmak için sabırsızlanıyorum, bakalım arkadaşlarım ne yazmışlar, diye. Her gün, hepsinden ayrı, ayrı yeni birşeyler öğrenmeye çalışıyorum ve de öğreniyorum. Üzerine yeni şeyler ögrendiğim konular o kadar geniş ki, bazen ben bile şaşırıyorum.

Benim buralara gelmeme sebep olan, ilk yazımı o zaman daha bir Blog`um olmadığı ıçin kendi sayfasında yayınlıyan, kocaman yürekli, kendisi de adı gibi parlak, Yıldız Yağmurları`na, o yazıya yorum bırakarak bana cesaret veren sevgili Sufime, Gevezeme, sevgili Yasamın Kıyısına ve çok sevdiğim arkadaşım, canım Incegülüme kucak dolusu sevgiler gönderiyorum ve hepsine Teşekkürlerimi sunuyorum.



Dip Not: Yazıya neyle başlamışım, neyle bitirmişim, yani nerdeeeen – nereeeeye, ama değiştirmiycem, içimden öyle geldi, öyle yazdım:)
Dip-Dip Not: Eğer sözünü ettiğim yazıyı okumak isterseniz, buradan okuyabilirsiniz:)

12.03.2009

Bize biraz değişiklik lâzım:)

Bahar geldi, gelecek, ben de biraz değişiklik yapayım dedim:)

MiM

Kuşların en tatlısı mimlemiş beni. Hiç kırarmıyım güzel Kuşumu?
Ìşte benim cevaplarım:

Sizi en çok üzecek olay?

Yakınlarımdan birini kaybetmek

Nerede yaşamak isterdiniz?

Vatanımda

Yaşayabileceğiniz en mutlu an?

Sevdiklerime kavuşmak

Hangi hataları hoşgörüyle karşılayabilirsiniz?

Kasıtsız olanları

En sevdiğiniz erkek karakter?

Peygamberimiz

En sevdiğiniz kadın karakter?

Halide Edip Adıvar

Tarihteki favori kahramanlarınız?

Atatürk, Gutenberg ve daha birçokları

Gerçek hayattaki favori kahramanlarınız?

Anneannem ve Annem

En sevdiğiniz ressam?

Van Gogh, Monet, vb.

Bir erkekte en çok beğendiğiniz özellik?

Dürüstlük ve zeka

Bir kadında en çok beğendiğiniz özellik?

Dürüstlük ve zeka


En sevdiğiniz erdem?

Çalışkanlık ve başkalarını da en az kendin kadar düşünmek

Yapmaktan en mutlu olduğunuz iş/ler?

Okumak, yemek, Pasta, kurabiye yapmak, oyun oynamak

Kimin yerinde olmak isterdiniz?

Kendimin

Arkadaşlarınızda hangi özelliklerin olmasını istersiniz?

Dürüstlük

Kendinizde gördüğünüz en temel eksiklik?

Sabırsızlığım ve çabuk parlamam

Hayatınızın en büyük şanssızlığı?

Çok istediğim halde, Üniversiteye gidememem

En sevdiğiniz renk?

Hepsi

En sevdiğiniz çiçek?

Sümbül

En sevdiğiniz kuş?

Kolibri

En sevdiğiniz yazar?

Jean M. Auel (ötekilere haksızlık ediyormuşum gibi bir his var içimde, aslında okuduklarımın hepsini seviyorum)

En sevdiğiniz şair?

Orhan Veli

Tarihte en sevmediğiniz karakter?

Hitler ve onun gibileri

En çok isteyeceğiniz özellik?

Kendimi ve herkesi sevmeyi başarmış olabilmek (ne güzel olurdu)

Nasıl ölmek isterdiniz?

Elden, ayaktan düşmeden, kimselere yük olmazken, kendi işimi / kendi çişimi, kendim yapabilirken, yatağa yatıp kapılara bakmadan, uykuda, ama sevdiklerimle vedalaştıktan sonra.

Hayattaki sloganınız?

Her şey de vardır bir hayır, sebepsiz hiç bir şey olmaz bu dünyada.

Şu anki ruh haliniz?

Gülümsüyorum, mutluyum
Ben de sevgili dolunayı, öziiyi ve canim sufimi mimliyorum, eğer yazmak isterlerse:)

11.03.2009

Arkadaşlarım

Her sabah işe giderken, bakarım onlara, bazen el sallarlar, bazen de sessizce süzülürler. Bu sabah orası bana bir tuhaf geldi, bakındım yoklardı. Onaltı yıldır bana her sabah el sallayan arkadaşlarım yoklardı artık.

Sonra onların üst üste yığılmış cesedlerini gördüm. Halbuki onlar bana daha Baharı müjdeleyeceklerdi. Kimileri önce çiçek açacaktı, sonra yeşillenecekti, kimisi de önce yeşiller giyip sonra pembeli-beyazlı çiçekler açacaktı.

Yok, hepsini kesip, üst-üste yığmışlar, onlar Bahara hazırlanırken, güzel sesleriyle şarkılar söyleyecek olan kuşları beklerken, ölüm konuvermişti dallarına.

Sessiz çığlıklarını duydum bu gün arkadaşlarımın, yüreğimin en derininde, ağladım arkalarından….

Resim: buradan

10.03.2009

Hafifliyelim

Resim: http://www.feng-shui-ulm.de/assets/images/blaueLeichtigkeit2.jpg

Dün Akşam çoktan beri çektiğim omuz ve sırt ağrılarımı hafifletir mi ümidiyle masaja gittim. Masörün başka bir müşterisi olduğu için biraz beklemek zorunda kaldım. O an da gözüm duvardaki Takvime takıldı, takvimde Buddha`nın şu sözleri yazılıydı:

„Ìçimizde tuttuğumuz öfke, başkasına atmak için elimize aldığımız bir kor parçasına benzer, kendimizi yakmaktan başka işe yaramaz!“

Düşündüm ve evet şimdiye kadar içime attığım öfkeler, beni yakmaktan başka bir işe yaramamıştı. Öfkelendiğim insanlara bir şey olmamıştı, midesi ağrıyan, boynuna ve sırtına ağrılar giren, gecelerce uyku uyuyamayan bendim.

Sonra sıram geldi ve masör masaja başladı ve içimde ne kadar öfke, kızgınlık ve kırılmışlık varsa hepsini verdim masörümün eline, onları bir güzel ovdu, öğüttü marifetli elleriyle. Hem vücudum, hem ruhum en azından bir ton hafiflemiş olarak kalktım masaj masasından.

Derimki; Atalım içimizdeki öfkeleri, kızgınlıkları ve kırgınlıkları, hafifliyelim hep beraber, onların bizi ve sadece bizi yakmaktan başka bir işe yaramadığının farkına varalım.


Sevgilerimle

7.03.2009

ĺstasyon

Bindiğimde ilk ĺstasyondan Trene, daha bir damla su idim,
Gittikçe Tren, sürdükçe yolculuk, büyüdüm, geliştim,
Dokuz ay sonra durdu bir başka ĺstasyonda bu Tren,
Işte ben dünyaya gelmiştim.

Bindim başka bir Trene bu ĺstanyonda,
Ondokuz yıl süren bir yolculuktan sonra,
Versekte mola küçük ĺstasyonlarda, kısa, kısa,
Gelmiştim sonunda evlilik Istasyonuna.

Bu Trenle yolculuk, sürdü tam bir yıl,
Sonra gözünü açtı küçük bir bebek,
Ve biz çıktık onunla başka bir yolculuğa,
Bu seferki ĺstasyonumuzun adı: Annelik.

Tam onüç yıl sonra,
Bindi başka bir yolcu,
Başka bir ĺstasyonda,
Yolcunun adı: Sara

Çıktık hep beraber güzel bir yolculuğa,
Merak ediyorum, daha kimler katılacak,
Kimler bizimle, ne kadar yol alacak,
Ne zaman duracak bu Tren,
Sonsuzluk ĺstasyonunda….

6.03.2009

Eğlence

Dün bütün gün Guguk kuşumla akşama kadar geyik muhabbeti yaptık. Onun babaannesi, benim anneannem geldi aklımıza, beraberce ağladık, sonra gene birbirimizi teselli edip, halimize güldük.

Sonra akşama, bütün arkadaşları toplayıp
Beenmaya`ya gidip, ona sürpriz yapıp, şaşırtmaya karar verdik. Ama hain Maya, salaklığımız yüzünden planımızı öğrendi, bizde onun, otuz delidolu kadını kapısında görünce yüzünün alacağı şeklin resmini çekme zevkinden mahrum olduk.

Deli de, dolu da olsak Maya bizi kabul etti. Akşam olunca ben aldım pastalarımı, kurabiyelerimi, Guguk kuşum da Bolu usulü Bakla çorbasını, öbür kızlar da almışlar hazırladıklarını, toplanıp gittik Maya`nın kapısına. Güler yüzlü Maya açtı bize kapısını, gönlünü, girdik içeriye. Allahım bu ne güzel bir ev, Maya bütün gün durmamış, neler neler hazırlamış bir bilseniz.

Börekler, Poğaçalar, kurabiyeler, çesit çesit salatalar, kanepeler, kekler, say say bitmiyor. Bizim getirdiklerimizi de koyduk masaya, sonra karşısına geçip doyasıya baktık masamıza, bizim masa beş yıldızlı otellerinkinden bile güzel olmuştu.

Sere serpile oturduk rahat koltuklara, tavşan kanı çayımızla birlikte, yedik hepsinden, tadını çıkara, çıkara.

Muhabbetin koyu yerinde kapı çaldı ve elinde Müzik aletleriyle gelen
Tutsaktı. Tabii hepimiz bir sevindirik olduk ki, sormayın gitsin.

Sonra da Tutsağın güzel muziğinin eşliğinde sabahlara kadar eğlendik.

Sağol Tutsakcığım, sağolun kızlar, Cumartesiye de bende toplanıyoruz!!


Dip Not: Kıskanmayın, kıskanmayın, bunların hepsi sadece benim hayâlimde oldu. Gülmeyin yaa, hayâlim de bile olsa, çok güzeldi.

5.03.2009

Hayat

Bedava yaşıyoruz, bedava
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava:
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.

Orhan Veli

3.03.2009

Mutluluk nedir?


Benim için;
Mutluluk, yeni doğan bir sabah,
rengarenk bir demet çiçek,
dertsiz geçen bir gün,
yürekten gelen bir gülücük.

Mutluluk, sıcak bir günde yağan yağmur,
Yağmurdan sonra doğan güneş,
çocuğa verilen bir şeker,
bazen tatlı bir telaş.

Mutluluk, soğukta sıcak bir çorba,
beyaz kumlu bir sahil,
ormanda ki sessizlik,
bazen bana uzanan bir el.

Mutluluk, sakin bir saat, bir soluk,
iyi bir Kitap,
arkadaşlarla eğlenmek,
tatlı geçen bir ziyaret.

Mutluluk, bir yere bağlı değil,
mevsim tanımaz,
Hayattan tat almasını bileni
Mutluluk arar bulur:)

Sevgiyle kalın

1.03.2009

Sihirli eller


Korkma hiç canın yanmıycak! Biliyormusun, bu adamın elleri sihirli, hiç canını acıtmıyor. O kadar hafif ve sevecen dokunuyor ki, içim titriyor o bana dokundukça. Beni bu hale o getirdi, biliyormusun? Bak, artık ellerimi yüzümde dolaştırabiliyorum, ben bunu yapamayalı yıllar olmuştu. Bir çekmecenin arka köşesinde unutulmuştum yıllarca, ta o gün o küçük kız gelip, çekmeceyi açana kadar, sabırla beklemiştim orada.

Kız beni eline aldı ve anneannesine sordu, bu kimin diye. Anneannesi de yanına gelip, beni onun elinden aldı, yüzünde büyük bir hüzünle bana baktı, hatırlamıştı beni; Ben, ona sevdiği adam tarafından verilen, belki en güzel hediyeydim. Genç adam, beni ona verirken „bundan sonra bunun sana hediye edeceği bütün zamanı seninle birlikte geçirmek istiyorum!“ demişti.

Ne kadar sevmişlerdi birbirlerini, ben de onun kolunda, bütün mutlu anlarına şahit olmuştum, kadın benden hemen hemen hiç ayrılmazdı.

Çocuklarının doğumuna, büyümelerine, evlenmelerine ve ilk torunlarını beklerken ki heyecanlarına şahit olmuştum. Mutlu bir evlilikleri vardı, birbirlerine olan sevgilerini ve saygılarını hiç kaybetmemişlerdi.

Kadın her sevinçli ve ya üzüntülü bekleyişte, durmadan bana bakardı. Bazen kızardı bana, neymiş çok hızlı gidiyormuşum, neymiş cok yavaş gidiyormuşum, olur mu hiç öyle şey, ben hayatım boyunca hep aynı Tempoda çalıştım.
Onu böyle düşündüren, kendi içindeki kavuşma sabırsızlığı ve ya ayrılma korkusuydu oysa.

Bir gün ikisi beraberce kahvaltı ettmişlerdi, torunlarını görmeye gidecekleri için sevinçliydiler. Kahvaltı masasını toplayıp, bulaşıkları yıkadıktan sonra, yola çıkmak için merdivenlerden iniyorlardı. Kadın eşine bir şey sormak için, gülümsiyerek başını döndürdü ve döndürmesiyle beraber, merdivende kayması bir oldu. Eşi onu tutmak, düşmesini önlemek için öne atıldı ve ikisi birden yuvarlandılar, merdivenlerden aşağıya.

Kadın kendine geldiğinde hemen eşi aklına geldi, dönüp baktığında ise onun tabii olmayan bir şekilde, merdivenin altında yattığını gördü. Kendi vücudunun acıyan yerlerine aldırmadan, eşinin yanına gitti, ama o artık ebediyyen gitmişti. Halbuki onlar bütün evliliklerince birbirlerinden iki günden fazla ayrı kalmaya tahammül edememişlerdi. Şimdiyse o onu yalnız bırakıp gitmişti işte.

Çocuklarına telefon etti kadın ve onların gelmesini beklerken gene bana baktı, her zaman yaptığı gibi. Ama iç organlarım dağıldığı, elim kolum yerinden çıktığı için, artık ona istediğini veremiyordum.

Beni atmaya kıyamamış, beni o çekmecenin arka köşesine koymuştu. Şimdi bütün bunları hatırladığı yüzünden belli oluyordu. Beni torununa hediye etti o gün. Torunu babasına beni gösterince, babası beni tanımıştı, ne de olsa bütün hayatı boyunca annesinin kollunda görmüştü beni.

Kızına „gel“ dedi, „ben sihirli elleri olan bir usta biliyorum, bunu ona götürelim, belki bunun için bir şeyler yapabilir“.

Sonra beni buraya getirdiler, gerçekten ustanın elleri sihirliydi. Hiç canımı acıtmadan beni tamir etti. Bak şimdi yeniden eski halime döndüm, yesyeni oldum sanki.

Biraz sonra küçük kızla babası gelip beni alacaklar, artık ben hayatıma onun kollarında devam edeceğim için çok heyecanlıyım. Düşünsene, onun büyümesine, ilk aşkına, sonra ilk işine, belki evliliğine ve çocuklarının olmasına şahitlik edeceğim, tıpkı anneannesin de olduğu gibi.

“Ya sen, sen neden buradasın, hadi anlat hikâyeni, nasıl olsa biraz daha vaktimiz var.” dedi güzel ve zarif kol saati, yuvarlak ve asil cep saatine.....