RSS

22.03.2009

Beynimiz mi düşüncelerimizi, düşüncelerimiz mi beynimizi doğuruyor?

Dalai Lama 90`ların sonunda Amerikan kliniğinin birinde bir Beyin ameliyatına ziyaretçi olarak girme fırsatı bulur.

Ameliyattan sonra doktorlarla sohbet eden Dalai Lama onlara şöyle bir soru yöneltir: „Beynimiz düşüncelerimizi oluşturuyorsa, düşüncelerimizin de beynimizin üzerinde bir tesiri olurmu?“

Bu soru karşısında şaşıran doktorlardan birisi, bunun imkansız olduğunu, zihinsel aktivitelerin beyin üzerinde fiziksel bir tesirinin olmayacağını söyler.

Yapılan yeni araştırmalar bu ve onun gibi düşünen doktorların yanıldığını göstermektedir. Beynimiz hasar gören bölgelerini tamir edip, yeni sinirler ve yeni bağlantılar geliştirebilmektedir.

Yapılan bir deneyde, bir grup insandan bir kaç hafta piyano çalmaları istenir, öbür gruptan da piyano çalmalarını hayal etmeleri istenir. Bir kaç hafta sonra yapılan gözlemlerde piyano çalanların motorik Kortekslerinin genişleyip, geliştiği gözlemlenir, ama işin şaşırtıcı yanı, piyano çalmayıp, sadece çaldıklarını hayal edenlerde de bu gelişme gözlemlenir.

Başka bir araştırmada ise, doğuştan kör olan ve görebilen insanları beraberce karanlık bir odaya kapatırlar ve onlardan seslerin hangi yönden geldiğini tespit etmeleri istenir. Şasırtan sonuç, bu deneyde kör olanların, görenlerden daha başarılı olmalarıdır. Yapılan ölçülerde kör insanların bu işte aktiv olan beyin bölgesinin duyma korteksi değil, görme korteksi olduğu tespit edilir. Sanki bu insanlar sesleri duymayıp, görüyorlar.

Doğuştan kör olan Türk ressamı Eşref Armağan`ın yaptığı resimler, denizi, renkleri, hiç görmediği ve sadece anlatımlardan tanıdığı halde, gerçeğe şaşırtıcı derecede yakın.

Devamlı yapılan fiziksel hareketlerin, beyin üzerinde de büyük etki yaptığı gözlemlenmiştir.
Yetişkin insanların beyninin de kendini geliştirme yeteneğini yitirmediği böylece ispatlanmış oluyor.

Bu bizim günlük hayatımız için çok büyük rol oynuyor. Şöyle ki, bazılarımızın yaptığı gibi, ben artık yaşlandım, yeni bir şeyler nasıl olsa öğrenemem diye her şeyden elimizi ayağımızı çekmemiz için bir bahanemiz kalmıyor.

Beynimizin de vücudumuz gibi dinamik ve işlek kalmasını istiyorsak, onu çalıştırmamız, egsersiz yaptırmamız lazım. Mesela yeni bir müzik aleti çalmayı ögrenerek, bulmaca çözerek, kitap okuyarak, yazı yazarak, şiir ezberliyerek, örgü-dantel gibi el işleri yaparak beynimizi işlek tutabiliriz.

Eğer ileri yaşlarda beynimizin sulanmasını istemiyorsak, daha çok yapılacak işimiz var:)

Sevgilerimle


Kaynak: PM dergisi, Ocak sayısı 2009 ; Resim: Pixelio

17 Kişi ses vermiş:

sufi dedi ki...

Cadıcım;
50 yaşında saz çalmayı öğrendim.Nasıl mı?6 ay elime aldım bıraktım bir türlü beceremedim. Bir gece rüyamda ayyüzlüm rahmetli babama tezene verdi ve "kalk çal dedi"Babam; "kalem olsa olmaz mı "dedi.Sana çal diyorum dedi, ben ertesi gün sazı elime aldım baktım ne istersem çalıyorum.
Bir de 15 sene evvel kaşta tanıdığım eli asalı ama bir çocuk vardı, ortaokulda okuyan. Ben onunla hep sohbet eder moral vermek isterdim. Gel zaman git zaman bana anne dedi.Okuman lazım liseyi bitir, üniversiteye git derken hepsini bitirdi bastonu attı şehir şehir dolaşıyor asasız ve çalışıyor şimdi.Her ziyaretime geldiğinde arkasından bakardım içim giderdi önüne bir şey çıktığında çarpacak diye. Ama engele bir adım kala durur ve sağ ya da solundan dolaşıp geçerdi.Nasıl hissediyorsun engelleri, dediğimde: Anne kafamdan bana söylüyorlar "önünde engel var diye "cevap verdi.Gizlice ses çıkarmadan yanına giderdim , sevinçle "anne, nasılsın?" derdi gülerek.Bu çocuk doğuştan kör.ama ben onun gördüğüne inananlardanım sevgilerimle.

parka dedi ki...

Bazen ayaklarım sağlam olsada aksadığımı fark ediyorum. Fark ettiğim o an içinde yürümem düzeliyor. Ürperiyorum. Kontrolümüzü reflekslerimizmi, yoksa onları yönlendiren beyinmi sağlıyor. Tabiki beyin. Peki sonradan fark ettiğim ve aslında yapmak istemediklerimi kim yönetiyor. Alaca karanlık kuşağı gibi. Seninde tüylerin diken diken oldumu Belgin. Benim oldu. Üşüdüm.

Adsız dedi ki...

Merhaba Belgincim,çok ilginç ve kapsamlı bir konuda yazman iyi olmuş...Merkezi sinir sistemini ilgilendiren hastalıklar,çok eski çağlardan beri insanların ilgisini çekmiş ve hepsi beyinden kaynaklanmasına rağmen farklı bilim dalları oluşmuştur.Bilgi birikiminin
çokluğu bu bölümleri kaçınılmaz duruma getirirken,bazı sorunlar da yüzeye çıkmıştır.En basit refleks işlevinden,en karmaşık hareketlere ve ruhsal gösterilere kadar bütün davranışlarımızı ''sinir sistemi'düzenlemektedir.Bütünüyle çalışan bir ''davranış organı''olan sinir sistemi beyin,beyincik,beyin sapı,omurilik vb.gibi parçalara ayrılmaktadır.Bu parçacıkların her biri birçok görev üstlenmektedir.

Diğer taraftan,sinir sisteminde hasar oluşturan çeşitli etkenler,bu bu parçalardan birini veya birkaçını etkiliyerek,birbirinden farklı gösterileri olan birçok hastalığı ortaya çıkaracaktır.

Ancak öyle hastalıklar vardır ki,rahatsızlığın sinir sisteminnden kaynaklandığı kesin olarak bilinmemesine rağmen,bugün için kullanılan araştırma yöntemleriyle sinir sisteminin
herhangi bir parçasında hasar saptanamaz.Birçok psikiyatrik hastalık ve davranış bozukluğu ile şekillenen psikolojik bozukluklar bu gruba girmektedir.İnsan davranış
ve psikolojisine meraklı olduğumdan,bıraksan
sayfalarca yazabilirim.Son bir şey;Hıristiyan hekimler(eski çağlarda)ruhsal hastalıklarda
şeytanın mucizesini ararken,Müslüman hekimler
''BİLİMSEL''klinik gözlemlere değer vermiş ve
ilk psikoterapileri,banyo-müzik tedavileri,şok
ve ''İLAÇLA''tedavileri başlatmışlardır.
Batı dünyası,bunları doğudan çalmış,ancak çalışıp,geliştirmiştir.Yazacak çok şey var:)
Vakit olsada,Türk ve Doğu Bilim adamalrının,
ilim ve evrim sürecine de katkılarını ve isimlerini,örneklerle yazabilseydim.İyi haftalar dilerim:)

Sevgilerimle,
Ayşegül

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Canım'cım,
Aklın ve kalbin birlikte çalışmasının son derece önemli olduğuna inanırım. Akıl sağlığı kalbi güclendirir, kalp sağlığı ruhu. Bu düşüncenin bedensel olarak aktivitelerini daha kolay yerine getirdiğinin inancındayım.
"Kırkından sonra saz çalmak" sözcüğü sanırım çok eskilerde kaldı.Artık insanlar çok çeşitli aktiviteler peşine düştüklarinden farkında olmadan beyni çalıştırıyorlar. En basiti cep tlf.ları her kesimden herkezin cep tlf. olduğundan, çok kullandıkları ve çok değişik formatlarını araştırarak, kurcalıyarak beyinlerin çalışmasında katkıda blunuyorlar.
Yada şu elimizdeki internet!
Ben ne yenilik görürsem hiç geri kalmam, hemen atılırım.
Yıllardır çalışma hayatımın ve mesleğimin devamlı okumak olduğundan, emekli olduktan sonra bile okumak en büyük hobimdir.
En kızdığım yönüm ise gereği olmayan herşeyi okumaktır.
Eh bu yaştan sonra blog açıp yazı yazmamdan da belli zaten.
Beyin paslanmaya en müsait parçamızdır. Asla çalışmayı bıraktırmaya gelmez.
Yazına istinaden bir tavsiye,
"RAMA" yı oku üç kitap halinde bir set.
Sevgilerle...

WarhaWk - Cenk dedi ki...

Sevgili Belgin abla,öncelikle güzel bir hafta dilerim:=)Bu konuda,yukarıda yazan Ayşegül hanıma katılıyorum.Söyledikleri çok doğru,Batı şövalyeleri,Doğu'nun birçok değerlerini,sanatını çalarken,kütüphanelerini ve ilmini de çalarak,ülkelerine götürmüşlerdir.Bu kıymetli eserleri,300-1000 yıl sonra arşivlerinden çıkartıp üzerinde çalışmaya başlamışlar,ancak bir çoğu kilise
tarafından cezalandırılarak,öldürülmüştür.Çeşitli mitolojiler ve dinlerde,insanın farklı davranışlarından ve yaptığı kötülüklerden
şeytanlar,kötü ruhlar ve tanrılar sorumlu tutulmuştur.M.Ö 1500-1400 yıllarında Hintliler,Mısırlılar ve Sümerler bu konuda ki
olumlu bilgileri Batı ile paylaşmışlardır.Eski çağlarda yaşayan akıl hastaları,gerek davranışları gerekse bu davranışlardan sorumlu tutulan şeytanlar ve kötü ruhlar nedeniyle toplum tarafından dışlanmışlardır.Grekler ise,hiç değilse saralı hastaları,diğer akıl ve ruh hasatalarından ayırarak,bu hastalığa ''kutsal hastalık'' ismini vermişlerdir.Ancak,bütün hekimlerin ustası olan ve M.Ö.460-377 yılları arasında yaşayan Hippocratres bu düşüncelere karşı çıkmıştır.Örneğin,sara nöbetlerinin,kötü ruhlar,şeytanlar ve tanrılardan değilde,beyinden kaynaklandığını söylemiştir.Hippocrates'e rağmen,M.Ö.427-342 yılları arasında yaşayan Platon,
ruhsal hastalıkların tanrılardan,doğa ve doğaüstü güçlerden kaynaklandığı konusunda ısrarcı olmuştur.Yeniçağ'ın başlaması ile
birlikte ''İbni Sina''nın başlattığı yaklaşım pek çok ülkede etkisini göstermeye başlamıştır.İstanbul'daki ilk akıl hastanesi 1471'de
kurulmuş ve bu akıl hastanesini gören ünlü Fransız hekimler,bu akıl hastanesinin ancak bir hedef olarak tasavvur edilebileceğini söylemişlerdir.O zamanlar Avrupa'daki akıl hastaneleri,tedaviden çok velayet amacını taşımışlardır.Daha sonra İbni Sina'nın
teorileri yıllar sonra uygulanabilmiş ve geliştirilmiştir.Belgin abla gerçekten konu çok göreceli,ama kesin olan birşey,Batı'nın bütün hipotezlerinin arkasında ''Doğu ve Türk Aydınlanma'' süreci yatmaktadır.Akıl ve ruh sağlığımızı kaybetmemizi diliyorum:=)
Onun için de,haftada en az 2 kere,kulağımda müziğim,ver elini doğa ve dağlar...

Saygılarımla,Cenk

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Beyin dalgalarimizin ferkanslarini degistirerek, 3 dakika icinde bir gecelik uykuya es deger dinlenebilmemiz, cok da yakinimizda olmayan seyleri gorebilmemiz mumkundur. Elimizin dokundurmadan nesneleri itebilecegimiz gibi, hayal ederek bir cok durumu degistirebilecegimizi de bilsek iyi ederiz..
biz sandigimizdan daha guclu varliklariz aslinda da haberimiz yok galiba..

YOSUN dedi ki...

Güzel bir yazıydı.Bir kısmını daha önce duymuştum.Biz insanlar çok özellikli yaratıklarız,ve bilmediğimiz çok özelliğe sahibiz, buna her zaman inandım.Ama nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz.Kullanmasını bilenler var elbette.Ama onların sayısı çoook az oldu tarih boyunca.

Belgin dedi ki...

Sevgili Arkadaslar, gelip okudugunuz ve verdiginiz güzel bilgileriniz icin cok tesekkür ederim.

guguk kuşu dedi ki...

Beyin bana ruhumuzdan gelen sinyalleri ileten bir aracı gibi gelmiştir niyeyse. Hani EEG ölçüyorlar ve hımmmm beyin ölümü gerçekleşmiş diyorlar, oysa kalp atıyor, kişi solunum yapıyor makinelerle. Artık ruh mekanına gitmiş oluyor. Evet beyin bizi yönlendiriyor ama biz de onu yönlendirebiliriz, ona öğretebiliriz. Alışıldık, mekanize yolları kırabiliriz. Boyut atlamak bu olmalı.

Belgin dedi ki...

Dogru söylüyorsun, güzel kusum, ayrica tebrik ediyorum seni:)
Hadi bakalim, ünlendin artik:)

özii dedi ki...

Bencede düşüncelerimizle beynimizi kontrol edebiliriz. Hani bazen kendimizi çok kötü hissedip , kurgular yaparız ya , ister istemez de o kurgulara ayak uydurup inanırızda...Beynimiz her şey için çok önemli . O kadar boş şeyler için yoruyor ve gerektiği gibi kullanmıyoruz ki ...oysaki neler neler yapabilir , bi düşünsek!!

özii dedi ki...

Belgincim aslında kendimi bir konuda çok kötü hissediyorum ve yazmadan geçmek istemedim.

O kadar içten bir ricada bulundun ki , ben de bunu yapamadım ya , inan suçluluk hissediyorum ... Seni önemsemediğimi asla düşünmeni istemem. Ama sayfam bu şekilde oturmuş gibi geliyor , kendimi siyahla özdeşleştirdim gibi . Ve seni çok zorluyorsa , okumak istemezsen anlayabilirim. Sonuçta göz sağlığın çok daha önemli ...
Ben daha önceleri beyaz yazı kullanıyordum ve kendi yazdıklarımı bile okuduğumda bir süre göremez olmuştum. Bütün harfler uçuşuyordu. Bu yüzden pastel tonlarda renklerle , parlama yapmadan belki bu problemi ortadan kaldırabilirim diye düşünmüştüm. Birde harfleri biraz büyüttüm tabii. Çok mu rahatsızlık veriyor bu hali? Bana kızmamışsındır umarım :(

Belgin dedi ki...

Güzel yürekli Öziim benim, yok canim, sayfanin simdiki hali iyi, yazi renklerini cok acik tonda tutmazsan okumasi iyi.
Düsündügün icin tesekkürler:)
Sevgilerimle

guguk kuşu dedi ki...

@hi hi hiiiii, (hafif utangaç bir tavırla gülümsedi guguk kuşu) amaaa içi kahkahalarla dolu, içten içten göbek atıyorrrr. Hiyyoyytttt

Belgin dedi ki...

Simdi sen sarkida söylüyorsundur, göbek aterken:)
Gül bakalim güzel kusum, gül:)

Adsız dedi ki...

Bu faydalı bılgı ıcın tesekkur ederım.yenı bırsey ogrendım canım

Belgin dedi ki...

Ben tesekkür ederim:)

Yorum Gönder

Kaynayan Kazana sizde bir şeyler atın:)