RSS

26.11.2009

Kızıma..

Sana olan sevgim;

Çiçekler kadar renkli,

Kelebeğin kanatları kadar narin,

Güneş ışınları kadar sıcak,

Meltemler kadar hafif,

Hiç bir ölçüyle ölçülemeyecek kadar çok.

Sana bakınca yüreğim genişliyor, soluğum kesiliyor, içim mutluluk ve gururla doluyor.

Evet, evet şimdi buldum bu duyguyu tanımlayacak sihirli kelimeyi; „AŞK“

Ìçime düştüğün günden beri, ben sana AŞIĞIM Zeytin gözlüm.

Sana sevgimi nasıl anlatsam bilemiyorum ki. Bu duyguyu kelimelere dökmek çok zor. Anlatmak için kelimeler yetersiz geliyor bana. Sana olan sevgimi, içimi açıp gösterebilsem keşke. Bu duyguyu inşallah sende bir gün tadacaksın, işte o zaman anlıyacaksın, bu duygunun nasıl yüce bir duygu olduğunu.

Annem yine nasihatlara başlamış diyeceksin ama ben yinede söyliyeyim: Yaşamın boyunca dürüst ve doğru sözlü ol kızım. Allahtan başka kimseden korkma. Haklı olduğun yerde, hakkını aramasını bil. Irk, Dil, Din, Cinsiyet ayrımı yapma. Ìnsanlara önyargılı yaklaşma, kimseyi dış görünüşüne göre değerlendirme. Bazen dışarıdan güzel görünmeyen şeylerin, içinde çok güzel ve değerli şeyler sakladığını unutma.

Kendinden güçsüz olanları koru. Adaletli ol. Sev, sevmekten korkma, sevmekten kimseye kötülük gelmez. Kimseyi kırma, pişman olacağın sözler söyleme bitanem. Hayatında olumsuz olaylar olsa da, bil ki onların oluşunda da senin için bir hayr vardır. Her olaydan kendine, kendini bulman, gelişmen ve olgunlaşman için bir ders çıkar.

Dilerim ki, yoluna hep kendin gibi güzel yürekli insanlar çıkar. Yaşamın boyu, yolun açık, başın dik olsun bebeğim.

Bize yaşattığın ve yaşatacağın tüm güzellikler için çok teşekkürler güzel kızım. Bizler seni çok seviyor, seninle gurur duyuyoruz. Ne olursa olsun, seni hep seveceğiz ve hep yanında olacağız.

Doğum günün kutlu olsun bitanem:)


Seni çok seven ailen:)

Resim: Pixelio

25.11.2009

Yazmak

Yazmak….

Yazmak kelimelerle Resim çizmek gibidir. Yemek yaparken, bulaşık yıkarken, ütü yaparken birden beyninizin ortasına kelimelerden oluşan muhteşem bir Resim gelir oturur, işte tam o AN da her şeyi bırakıp yazmaya başlarsanız bu muhteşem Resmi yakalama şansını yakalarsınız, yok şunu bitireyim, sonra yazarım diyorsanız, artık o Resmi yakalamanıza imkân yoktur. Çünkü o Resim çölde görülen Serap gibidir, yakaladın yakaladın, o ANı elinden kaçırırsan bir daha yakalaman mümkün değildir.

Yakalasan da Resim aynı Resim değildir.

Şimdiden Bayramınız kutlu olsun:)

Hep beraber daha güzel Resimlerde buluşmak dileğiyle
sevgiyle kalın:)
Resim: Pixelio

22.11.2009

Ta ta ta taaaaammmm Sürprizimizi açıklıyoruz!!!


Sıkı durun arkadaşlar, küçük cadımın Öyküleri Kitap olarak çıktıııııı:)


Kitabımızın adı: Ben Kimim?



Yazı Atölyesinin öyküleri dün Kitap olarak çıktı. Ìçlerinde küçük cadımında bulunduğu 24 minik yazar dün, Nisan ayından beri emek çekerek yazdıkları birbirinden güzel Öykülerini Kitap olarak ellerine alma mutluluğuna erdiler. Yüzleri, çok güzel bir iş başarmanın verdiği sevinç ve gururla parlıyordu.

Dün Kitapın tanıtımı için güzel bir organizasyon yapıldı. Tanıtım toplantısından bir kaç kare:)



Yazı Atölyesinin sahibi, yazar Adrianna Hermina Popa. Çocuklara ve Yazmaya olan sevgisi, bu Kitabın çıkma aşamasında önüne çıkan bütün engelleri yenecek kadar çok. Yüzü gibi yüreğide güzel kadın, verdiğin emek, çocuklara tattırdığın mutluluk için sana çok teşekkür ediyoruz. Íyi ki varsın, iyi ki seni tanımışım.


Güzel kızım, bizler seninle gurur duyuyor, seni çok seviyoruz.






Bu minik yazarlar, çok güzel bir gelecek vadediyorlar bence, onlardan daha çok güzel Öyküler, Kitaplar okuyabileceğimizi sanıyorum. Bazıları şimdiden diğer Kitapları için çalışmaya başladılar bile. Hepsine başarılarının devamını diliyor, başardıkları bu büyük işten dolayı kendilerini bir kez daha kutluyorum. Sizlerle gurur duyuyoruz, umut çiçeklerim:)



Cadımın Öykülerinin bazılarını çevirerek sayfamda yayınlamıştım, merak edenlere Linklerini veriyorum:)


1. Öykü: Renkler

2. Öykü: Dilek

3. Öykü: Gri Dünya 1, Gri Dünya 2


20.11.2009

Sürpriz

Hafta sonu sizlere güzel bir Sürprizimiz var.

Yok, yok üstelemeyin, söylemem valla, bekliyceksiniz:)

Bilenler, bilmeyenlere söylemesinler:)

Resim: Pixelio

19.11.2009

Müzik

Çok güzel, benim çok hoşuma gitti:)

16.11.2009

Gri Dünya 2

Üzgün üzgün yoluma devam ettim, gece gündüz, her ağaçta, her çiçekte, aklıma gelen her yerde aradım renkleri. Böylece günler geçti, kaç gün geçtiğini bilmiyorum, tek bildiğim artık günleri saymayı bırakmış olmamdı. Ümidimi kaybetmeden renkleri aramaya devam ettim.

Bir gün yine uçarken ulu ulu kocaman çam ağaçlarının arkasında bir mağaranın girişini gördüm. Çam ağaçları Mağaranın girişini neredeyse kapatmışlardı, neyseki benim için sorun değildi. Merakla mağaranın içine uçtum. Mağaranın içi çok karanlıktı, ama bir yerlerden ışık sızdığını fark ettim. Işığı takip ederek uçtum, ışık yerdeki küçük bir taştan çıkıyordu. Taş o kadar parlamasa gözden kaçabilirdi, o kadar küçüktü. Küçük olmasına rağmen taştan çıkan ışık göz alıcıydı.

„Ne kadar güzel bir taş!“ diye düşündüm ve onu elime aldım. Taştan yayılan sıcaklık küçük ve yorgun bedenimi bir an da ısıtıvermişti. Köşeleri keskin değildi, yüzeyiyse ipek gibiydi. Taşı yanımda götürmeye karar verdim. Taşla birlikte yuvama – ebedi Renklerin ve güzelliklerin ülkesine – Kelebekler Ülkesine yola çıktım.

Dinmek bilmeyen yağmurun altında uçuyordum, kanatlarım ıslandığı için onları oynatmakta zorluk çekiyordum.

Yorgun ve bitkin bir şekilde kendimi çayırların üzerine bıraktım, küçük taşı kanatlarımın altına sakladım. Yorgunluktan olacak hemen derin bir uykuya dalmışım. Sabah olduğunda güneşin ılık ışıklarının yüzüme vurmasıyla uyandım. Gökyüzü yine griydi, ama yağmur dinmişti.

Hemen kanatlarımın altından taşı çıkardım, güneş ışınları taşa vurur vurmaz, taş mağaradakinden daha kuvvetli parıldamaya başlamıştı. Ben bir kaç adım geriye gidip bu olanları merakla izlemeye başladım. Birden taştan dünyanın bütün renkleri parlamaya başladı: Sarı, Kırmızı, Eflatun, Turuncu, Mavi, Yeşil, Lila, Pembe, Kahverengi, Turkuaz..

Renkler daireler çizerek yükselmeye başladılar. Çiçekler ağlamayı bırakmış, sevinç çığlıkları atarak, benim gibi bu olanları izliyorlardı. Başlarını Renklere doğru uzatmaya çalışıyorlardı. Sarı renk dönen renk dairesinden kendini kurtararak Ayçiçeğinin üzerine uçtu ve yapraklarına dokunmaya başladı. Ayçiçeği gördüğüm en güzel sarıya bürünmüştü artık.

Kendini kurtaran kırmızıysa biraz ilerideki Gül bahçesine uçtu, Turuncuysa, dalında asılı duran Portakallara. Sonra mavi Gökyüzüne, yeşilse ağaçlara uçtu. Diğer renklerde diğer çiçeklere, çayırlara, otlara dağıldılar. Kahverengi toprağın ve ağaçların bedeninden son griyi kovaladı.

Lila ve Turkuaz biraz daha dolaştıktan sonra benimle birlikte Kelebekler Ülkesine gelmeye karar verdiler. Onlar bundan sonra Kelebeklerin kanatlarına en güzel, en parlak tonlarını vereceklerdi.

Ben, küçük bir Kelebek – yılmamış, yorulmamış, bıkmamış, umudumu yitirmemiştim ve dünyayı Griden kurtarmış, dünyaya renklerini geri vermiştim.

O günden itibaren bu dünya biz Kelebeklerin oldu. Biz Yazın, Güneşin, Yaşam sevincinin ve Umudun en güzel habercisiyizdir.

Bizler Gökyüzünün pırlantalarıyız.

Biz olmasak, bu dünya nasıl bir yer olur du?

Resim: Pixelio

14.11.2009

Gri Dünya

Ìlkbaharı çok seviyorum..


Bir sabah uyandığımda çiçeklerin ve dünyadaki bütün renklerin kaybolduğunu gördüm, her taraf griydi. Bu gri dünyaysa hiç güzel değildi.


Kanatlarımı açtım – ben bir kelebeğim – başladım uçmaya, günlerce uçtum dünyanın üzerinde, kaybolan renkleri aramak için. Renklerin hepsini çok seviyorum çünkü. Renkler canlı ve çok güzeller. Rüya gibiler ve benim kısa hayatımın her gününü güzelleştirip, onları daha değerli kılıyorlar benim için.


Geceler, ortalığın griliğini dahada yoğunlaştırmıs, dünyayı karartmıştı. Sabah olduğunda renkler hâlâ yoktu, umduğum gibi geri gelmemişlerdi. Her şey, her taraf griydi, o kadar gri ki, ben daha önce başka bir renk görmediğime inanmaya başlamıştım. Ama biliyordum, bu dünya önceleri çok renkli, pırıl pırıl çok güzel bir dünyaydı. Renkleri aramaya ve onları geri getirmeye, çiçeklere, ağaçlara, gökyüzüne renklerini geri vermeye karar verdim.


Ìçimizde en bilgilimiz ve üstün güçleri olan yaşlı kör Kelebeğe gitmeye karar verdim, belki renkleri bulmamda bana yardımcı olurdu.


Yaşlı Kelebeğin yanına vardığımda, daha ben bir şey söylemeden:


„Dünyanın durumu nedir, küçük kelebeğim?“ diye sordu.


Ona dünyanın grileştiğini ve bütün renklerin kaybolduğunu söyledim.


"Dünya değişti ama yinede çok güzel. Çiçekler, ağaçlar, renklerini kaybettikleri için ağlıyorlar.“ diye anlatmaya başladım gözlerimden yaşlar akarak.


„Çiçekler?“ Kör olduğu için yaşlı Kelebek çiçekleri hiç görmemişti.


„Çiçekler çok güzeller, rengarenk parlıyorlar ve çokta güzel kokuyorlar. Ama bir kaç gündür, renkleri kaybolduğundan beri, hepsi yaslı, hepsi ağlamakta. Dünyada sadece gri renk kalmış, diğer renkler kayıp. Onları bulmamda bana yardımcı olur musun?“


Gri – ama bu çok kötü olmalı. Sana elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım küçük Kelebek, ama onları geri getireceğime söz veremem.“


Aklına gelen, hayatı boyunca duyduğu, öğrendiği bütün sihirli sözleri denedi yaşlı ve kör Kelebek, ama olmuyordu işte, renkler bir türlü geri gelmiyordu.


„Özür dilerim küçük Kelebeğim.“ dedi yaşlı Kelebek.

"Elimden geleni yaptım, bütün bildiğim sihirleri denedim ama bu benim başarabileceğim bir iş değil. Bunu ancak sen başarabilirsin, yüreğinin derinliklerinde bunun bir çaresini bulacağını ve renkleri dünyaya geri getireceğine inanıyorum. Sana yardımcı olamadığım için çok üzgünüm.“


Yaşlı Kelebek üzgünce başını salladı, bana yardım edemediği için gerçekten çok üzgündü. Orada durmanın bir faydası yoktu, yaşlı Kelebeğe teşekkür edip, oradan ayrıldım.


Çok üzgündüm, ama renkleri aramaktan, onları bir gün mutlaka bulup, çiçeklere, ağaçlara geri getirmekten vazgeçmiyecektim.


Dünyaya renklerini geri verecektim…


Devam edecek:)




Resim: Pixelio

13.11.2009

Ìnsanları anlamak?

Bu sabah eşim çalıştığı işyerinden, su yazımda da anlattığım gibi, satışa gönderilmeyen Muzlardan getirdi benim çalıştığım yere. Ìsteyen istediği kadar alsın, alsın ki meyveler ziyan olmasın, çöpe atılmasın diye.

Kantine girdiğimde ne duyayım, insanlar mızmızlanıyor: „Yine Muz, hep meyve, hep meyve!“ diye…

Şimdi ben eşimin, o kadar emek vererek, kendine yük ederek, benzin harcayarak bunları buraya getirmesine mi yanayım, yoksa bu insanların yaptıklarına mı?

Ne zaman bize verilene Şükretmeyi öğreneceğiz biz?

Ìnsanları anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum…
Resim: Pixelio

12.11.2009

Sisli sabahlar


Sisli bir sabaha uyandım bu gün. Biraz sonra Güneş çıkacak ve ortalığı aydınlatacak. Belki....

Resim: Pixelio

10.11.2009

10.Kasım

Göklerin mavisini gözlerinde topla gel, güneşin ışınlarını saçlarında topla gel!

Gel ki etrafında toplanıp, yeniden kurtaralım Ülkemizi bu karanlık günlerden!

Ne olur çabuk gel ATAM!!

Bize bıraktıklarının değerini bilemedik, onları koruyamadık. Emanet ettiğin Cumhuriyete sahip çıkamadık, bizi affet ATAM!

Resim: Pixelio

9.11.2009

Yorulmak bilmeyen Organ

Ìnsan yaşlandıkça bütün Organları yorulur, görevlerini tam olarak yerine getiremez olurmuş. Tek yorulmayan Organ Dilmiş.

Bazılarında bu Organ yaşlandıkça daha çok çalışıyor, daha keskin, daha can acıtıcı oluyor.

Benimki yoruldu artık, çalışmak istemiyor..

Keşke herkesin Dili bu Resimdeki gibi tatlı olsaydı…

5.11.2009

Altına Ìmzamı Atarım

Atamızın veciz sözlerinden "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözünün altına imzamızı atıyoruz.
Ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak, kardeşlik duygularını pekiştirmek adına bu anlamlı günde 10 Kasım'da Atatürk'ün huzurunda Anıtkabir'de sunulmak üzere bir imza kampanyası düzenliyoruz.

Kampanyamıza katılmak ve destek olmak için yapabilecekleriniz iki adımda gerçekleşiyor. Birincisi: Açtığımız Postun altına Yorum bölümüne 1 satırı geçmeyen yorumunuzla birlikte Adınızı yazıp gönderiyorsunuz. İkinci olarak ise kampanyamızı duyurmak. İsterseniz duyuru logomuzu sitemizin linki ile birlikte kendi sitenize ekliyorsunuz. E-postalarla dostlarınıza kampanyayı dıyurabilirsiniz.
10 Kasım'a sayılı günler kaldı. Ne kadar hızlı ve çabuk bu iletiyi yayarsak o kadar çok kişiye ulaşmış oluruz.

Haydi, hep birlikte ve yüksek sesle söyleyelim:"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Saygılarımızla...Birmilyonkalem.com Yönetimi Adına
A. Şebnem SOYSAL & Erkan BAL

Not: Mesajlarınız çıktısı alındıktan sonra özel bir dosya halinde Genel Yayın yönetmenimiz ve yazarlarımızdan oluşan bir heyet tarafından Anıtkabir'de Ata'nın huzuruna iletilecektir.

3.11.2009

Yük

Kadın işten geldikten sonra, yemeği ısıtmış, salatayı yapmış, sofrayı kurup, ailesinin karnını doyurmuştu. Mutfağı toplayıp, bulaşık makinesini çalıştırdıktan sonra, kurumuş çamaşırları toplayıp dürdü. Sonra boşalan iplere yeni yıkanmış olanlarını astı. Yarın Cumhuriyet Bayramını kutlamak için, Konsolosluk tarafından verilen davette, koroda görevli olan kızının giysilerini hazırlayıp, onu bir güzel banyo ettirdi. Pijamalarını giydirip, saçlarını kuruttu. Sonra yarın ki davet için eşinin ve kendi giyeceklerini ütüleyip, hazırladı. Çok heyecanlı olan kızını yatırıp, onun uyumasını beklerken biraz kitap okudu.

Bir süre sonra kızının uyuyup, uyumadığını kontrol etti. Yorganını düzeltip, onu yavaşça öpüp, mis gibi kokusunu içine çektikten sonra, usulca odasını kapısını kapatıp, ilaçlarını almak için mutfağa gitti. Ìlaçlarını içip, bitmiş olan bulaşık makinesini kapatıp, oturma odasına geri döndü. Oturduğunda yorgunluktan bitmiş bir vaziyetteydi. Yıllardan beri çekmekte olduğu, omuz, sırt ve bel ağrıları yine azmıştı.

Yorgun bedenini yavaşça koltuktan kaldırdı, kaldırmasıyla, ağrıların omuzuna bir bıçak gibi saplanması bir oldu. Kadın dişlerini fırçaladı, pijamasını giydi ve yatağına yattı.

Sonra sırtının, belinin ve omuzlarının neden bu kadar çok ağrıdığını düşünmeye başladı. Bütün düşünceler, akşam olduğunda, kadın yatağa yattığında, sanki gün boyunca bir koğuşta hapsolmuşlarda, şimdi kapılar açılıp, özgürlüklerine kavuşmuşcasına kadının beynine hücum ederlerdi nedense.Sonra sırtının, belinin ve omuzlarının neden bu kadar çok ağrıdığını düşünmeye başladı.

Kadının gözlerinde şimdiye kadar yaşadıkları ve hayatından gelen geçen insanlar canlandı. Kimilerini çok sevmişti, onları yıllarca kucağında, yüreğinde taşımıştı, sonra bu çok sevdikleri onun sırtına binmişler, bıçaktan keskin tırnaklarını, omuzlarına saplamışlar, bacaklarını beline dolamışlardı. Bu geçiş ne zaman ve nasıl olmuştu bilmiyordu kadın. Kadın yıllardır onları sırtında, omuzunda gezdiriyordu, sırtı, omuzları nasıl ağrımasındı?

Kadın sırtındakileri gözünde canlandırdı, en çok canını acıtanlar, bir zamanlar en çok sevdikleriydi. Kadın onları teker teker sırtından indirdi. Omuzlarından saplanan tırnaklar çıktıkça, belinden bacaklar çözüldükçe kadın rahatladı. Sırtından inenlere, bir daha gelmemelerini, artık onları görmek istemediğini, bundan sonra kendisini rahat bırakmalarını söyleyip, yolladı. Sırtından inenler önce şaşkın şaşkın kadına baktılar, sonra yürümeye çalışırken tökezlediler.

Kadın onları o kadar uzun bir süre sırtında taşımıştı ki, onlar neredeyse yürümeyi unutmuşlardı. Ama kadın onlara bakmadan arkasını dönüp, hafiflemiş vücuduyla sekerek kendi yolunu çoktan tutmuştu.

Kadın uyumak için gözlerini yumacağı zaman, kucağına ve yüreğine baktı, kucağı ve yüreği boş değildi. Yüreği sevdiği ve onların tarafından sevildiğini bildiği (sandığı) bir çok insanla doluydu. Yorganına sıkıca sarıldı, tam uykuya dalacağı sırada son düşüncesi: „Acaba şimdi bu kucağımda ve yüreğimde taşıdığım ve çok sevdiğim insanlar bir gün olur sırtıma geçerlermi ki?“ oldu.

Sabah kalktığında omuz ve bel ağrılarının hafiflediğini gördü. Bütün bunların uykuda dinlenmesinden mi yoksa dün gece olanlardan mı olduğunu bilemedi. Bildiği tek şey, kendini daha rahat ve daha hafif hissettiğiydi:)
Resim: Pixelio